İnsan bir dini seçtiğinde, bir yaşam tarzını da benimsemiş olur. Din olarak İslam dinini seçen Müslümanlar, pratik hayatlarını şekillendirirken, bu dinin önderi olan Peygamber Efendimizin (s.a.a) hayatından da yardım alırlar.

 

Allah (c.c), insanları bir erkek ve bir kadın olarak yaratmıştır. Bu sebeple biz kadınlar; vazifelerimizi öğrenmede, sınırlarımızı belirlemede Peygamber Efendimize (s.a.a) ek olarak, kendi cinsimizden örneklere de ihtiyaç duyarız. İslam tarihinde karşılaştığımız her kadını iki açıdan inceleriz:

 

1- İnsan olarak

2- Kadın olarak

 

Çünkü bizim bir insan olarak erkeklerle ortak vazifelerimiz olduğu gibi, kadın olarak özel vazifelerimiz de vardır. Bu bağlamda tarihte yolculuğa çıktığımızda karşılaştığımız ilk Müslüman kadın, cömert ve güzel ahlakıyla Hz. Peygambere (s.a.a) eş olan Hz. Hatice’dir. Alemin o zamana kadar gelmiş geçmiş en büyük kadınları; Hz. Havva, Hz. Asiye, Hz. Meryem ve Hz. Sara’nın; Hz. Fatıma’yı (s.a) dünyaya getirirken yalnız kalan Hz. Hatice’ye mucizevi bir şekilde yardıma geldiklerini öğreniriz. Hz. Fatıma (s.a) dünyaya geldiğinde, anne-babanın evlada ve evladın anne-babaya davranışları bizim için ölçü olacaktır. Annesinin vefatından sonra küçük yaşta olmasına rağmen Hz. Fatıma (s.a), babasına gösterdiği şefkat ve koruyuculuğu ile dikkatleri üzerine çekip “Ümmü Ebiha” yani “Babasının annesi” diye de anılacaktır.

 

Tarihi yolculuğumuz devam ettikçe Mekke’de İslam’ın ilk şehidi “Sümeyye”, Uhud Savaşında kahramanlığıyla “Nesibe” karşımıza çıkar. İyisiyle doğrusuyla Hz. Peygamberimizin (s.a.a) diğer hanımlarını öğreniriz. Derken Hz. Peygamber vefat eder. Hz. Fatıma’yı (s.a), daha sonra Beytü’l Ahzan diye anılacak olan Baki Mezarlığının bir köşesinde, babasının ardından ağlarken görürüz. Onun Mescidi Nebevide okuduğu Fedekiye Hutbesi ile kadının siyasetteki etkin rolüne ilaveten, toplumsal hak ve özgürlüklerine de şahit oluruz. Ve Hz. Fatıma (s.a) vefat eder. Arayışımızı sürdürürken bir kadınla karşılaşırız ki, o dört büyük kadından biri değildir, ama onlar kadar azametlidir. Uhud savaşında Nesibe gibi meydanda savaşmamıştır, ama en büyük kahramandır. Firavun’un hanımı Asiye gibi zulüm evinde yaşamamıştır ama gelmiş geçmiş zulümlerden daha büyük zulümlere hayatının her anında şahit olmuştur. Bu, ZEYNEP’tir (s.a).

 

Hz. Zeynep (s.a) ile tanışmak, yürekleri bir insan ve bir de kadın olarak iki defa yakar.

 

Aslında bizler Zeynep ismine hiç de yabancı değilizdir. Bir evde Muhammed varsa, Hatice de vardır. Babanın adı Ali ise, başka bir evde annenin adı Fatıma’dır. Evlatlara Hasan, Hüseyin ismi konmuşsa, kız çocuklardan diğerinin ismi Zeynep’tir mutlaka…

 

Ama gerçek anlamda bizi Hz. Zeynep’le tanıştıran hicretin 61. yılında tarihte gerçekleşmiş olan Kerbela Vak’ası’dır. Bizler Hüseyin (a.s)  sevgisini, Peygamber Efendimizden (s.a.a) gelen hadislerden öğrenmişizdir, ama bu sevgiyi Hz. Zeynep’le yaşarız. Çünkü biliriz ki Muharrem ayında Hz. Hüseyin (as) Kerbela’dan ayrılmaz, Hz. Zeynep de Hüseyin’den (a.s). Bizler Muharrem ayında Hz. Fatıma yerine siyah bağlayıp, Hz. Zeynep yerine “Hüseyin vay” deyip ağlarız. “Hüseyin Vay”ı Hz. Zeynep maneviyatında diyebilmek, Hz. Hüseyin’i (a.s) Hz. Zeynep gibi sevebilmek şiarımızdır.

 

İşte bu noktada tarihe karşı bir sitemimiz, Hz. Zeynep’e karşı ise bir mahcubiyetimiz başlar. Kendimizi affettirmek istermişçesine “ Ya Zeynep (a.s) ! Neden Kerbela’ya gelmeden seni bilemedim? Tarih seni nerede sakladı ki, seni tanımak için bir kez daha Peygamberin hayatına döneyim? “ deriz. Ancak bu yüce hanımın hayatı hakkında tarih, bilgi vermede çok da cömert davranmamıştır.

 

Hz. Zeynep’in ilk beş yaşı, Peygamber Efendimizin ömrünün son beş yılıdır. Hicretin 5. veya 6. senesinde Cemadiyül Evvel ayında Medine’de dünyaya gelmiştir. Babası Hz. Ali (a.s), annesi Fatıma (s.a) ve kardeşleri Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s)’ dir. Annesi Fatıma’nın (s.a) ve ondan olan diğer kardeşlerinin ismi gibi onun ismi de Peygamberimiz Efendimiz tarafından konmuştur. “ Zeyn-eb “, yani “babasının ziyneti”… Kisa Hadisi’nin ve Tethir Ayeti ‘ nin muhatabı olan bu beş kişi -dedesi, annesi, babası ve iki kardeşi- ile melekler övünmekteyken, evin altıncı kişisi olarak bu aileye katılacak olan küçük Zeynep, yine bu beş kişi tarafından terbiye edilmiş, ismet göğsünden süt emmiş, ismet kucağında büyümüş, “Cennet Gençlerinin Efendileri” ile bu dünyanın beheşti olan evlerinde oynamıştır. Böylece Allah (c.c) tarafından mutahhar kılınan kişilerin tertemiz ortamında pakize bir kız yetişmiştir. Yaşına rağmen zeki, aklıselim, gayet düzgün ve fasih konuşan iyi bir gözlemcidir. O kadar ki, Arapların içinde “Akilet-ul Arap” ismiyle meşhur olmuştur. Yani “Arapların akıllısı, akıllı, değerli, iffetli ve biricik hanımefendisi…”

 

Annesi Hz. Fatıma (s.a) onun için hem annedir ve hem de Allah’ın (c.c) Hz. Peygamber vasıtasıyla tüm insanlığa bağışladığı, soyunu onunla devam ettirecek olan KEVSER’dir. Dedesinin vefatında, annesinin hüzünlü ağlayışlarına şahit olan Hz. Zeynep ; 5-6 yaşlarında olmasına rağmen, annesinin Mescid-i Nebevi’de okuduğu tarihi meşhur “fedek hutbesini” ezbere nakletmiştir.

 

Kızlar, ince ruhlu ve duygusal olurlar. Bu onlara algıda daha bir hassasiyet katar. Hz. Zeynep, bütün siyasi olaylarla, siyasi acılarla iç içe büyümüştür. O Annesinin vefatından sonra sabrı zerre zerre özümsemiş, babasının “gözümde diken, boğazımda kemik varmışçasına” dediği yıllara, o da şahit olmuştur. O bir kadındır, cenge gitmez. Cemel’e, Sıffin’e, Nehrevan’a bizzat katılmamıştır. Ama babasının her kılıç darbesinde hem babasına hem imamına olan inancıyla o da var olmuştur. Babasının şehadetinde adalete inmiştir kılıç ve Hz. Zeynep, adalete olan inanç tohumlarını bir bir toplayarak hem kardeşi ve hem İmamı olan Hz. Hasan’a (a.s) yönelmiştir. Onun mazlum ve yalnızlığında bacı Zeynep de abisi ve İmamı kadar mahzun ve yalnızdır. Çünkü o, mazlumlar evinin dert toplayan büyük kızı olmuştur artık. Çekilen acıların yanında, kanın kılıca galip geleceği Kerbela Çölünde bu tohumların adı, İmam Hüseyin’den (a.s) sonra mesaj bayrağını eline alan Zeynep olacaktır. Ve halası olduğu İmam Zeynelabidin’e (a.s) karşı hem bir hala ve hem de bir mümine olarak vazifelerini belirleyip amel edecek, yetim çocuklara annelik yapacak, ama zulmün dorukta olduğu o günlerde gece namazlarını, oturarak kılmakla olsa dahi terk etmeyecektir.

 

Bugün Kerbela Vak’ası’ndan asırlar geçmiştir ama Hz. Zeynep’i tanımayla aydınlanan gönüllerin bu yüce şahsiyete diyeceği sözler vardır:

 

“İslam dinini seçen bizler yaşam tarzımızı belirlerken sizlerle tanıştık. Allah’ın selamı üzerinize olsun. Ya Zeynep! ‘Kerbela’da güzellikten başka bir şey görmedim’ diyecek kadar irfan ve basiret sahibiydin. Yezid’in sarayında, İmam Zeynelabidin’in (a.s) etrafındaki koruyucu nur halka sen oldun. İslam bayrağını sen açtın ve kulaktan kulağa aktarılarak, zamanları aşarak bu devre ulaştı sözlerin.

 

Mesajınla anladık ki, Kerbela, zalimlerin imamet zincirini koparamadığı halkasıdır. Peygamber Efendimizin nurunu İmam-ı Zaman’a ulaştıran noktasıdır. Peygamberimizin (s.a.a) ‘’ Ağlayın Hüseyin’e! ’’ sözünün mazharı, yalan söylememek istemeyen tarihin hakla batılı ayıran pusulasıdır.  

 

Kerbela Vak’ası’nı her okuduğumuzda, cismi yaratılış olarak zayıf bilinen kadının, Ya Zeynep! seninle insanlık meydanında kemale yükselişini seyrediyoruz.  O kadar yücesin ki, bedenin bile ruhundaki yükselişe yetişemiyor da bir günde ağarıveriyor saçların. Ruhunun zulme karşı direnişi karşısında takat getiremiyor da saygıdan boynun eğer gibi bükülüveriyor belin. Sen bizlere, masumlara itaatte kâmil olmuş kadınlardan bir örneksin. Oğullarını din yolunda şehit vermiş, anneliğini müminliğine feda etmişsin. Şehadete ermeden, şehadet makamına yükselir gibi amelin… 

 

Ya Zeynep! Seni tanıdıkça, Rabbe karşı mahcupluğumuz artıyor. Sabrını gördükçe sabırsızlıklarımız utanç kaynağı oluyor. Akıtmadığın her gözyaşının yerine bizim gözlerimizden yaşlar akıyor. Ama bil ki bizler için “Her yer Kerbela , her gün Aşuradır” artık. Ağlamamız geçmişe değil, insanlığın mazlumluğuna, vefasına, vefasızlığına, zulmüne karşıdır. Bu savaş kişilerin değil, Hakla batılın savaşıdır. Bu saflar Rahman ordusuyla Şeytan ordusunun saflarıdır. Kendimizin kendimizle olan cihadında, nefs-i mütmainne, nefs-i emmareye savaş açmıştır. Bu savaşta Hakkın galip gelip batılı yok etmesi için Hz. Musa’nın Firavun’a, Hz. İbrahim’in Nemrud’a ve imam Huseyn’in (a.s) Yezid’e galip gelmesi lazımdır. İmam Zamanınsa (a.s) çağın Firavun, Nemrut ve Yezitlerine…

 

Ya Zeynep! Zulüm içinde dimdik duruşunla, “KERBELA” ruhumuzda esen bir tufana döndü. Dileğimiz budur ki: Nefsle cihad meydanında tövbeyle susuz kalplere yağan rahmet gözyaşları, Hüseyin meclislerinde bir sel olup, muhabbetle günümüz Ali Asgar’ların susuz dudaklarına taşınsın.

 

Çünkü bugün nefis tezkiyesinde katı kalpleri yumuşatan tılsımlı sözdür Kerbela! Ağlayan kalpte katılık olmaz. Hüseyin’e (a.s) ağlayalım. Ağlayalım ki kalplerimiz katılaşmasın! Ağlayalım ki gözyaşlarımız günahlarımızı tövbe kapısına taşısın! Ağlayalım ki Kerbela unutulmasın; çünkü ahir zamanda hakkı arayanlara vazifemizdir Kerbela. “

 

Sonuç olarak Hz. Zeyneb, tarihin bağrından çıkıp, bayrağını taşıdığı “Aşura ve Kerbela Vak’ası ile nesillere yanan bir ateş bıraktı ki hakkı arayanlara karanlıkta bir ışık, inanmayanlara cehennem ateşi olsun. Tarih Hz. Zeynep’i (s.a) nasıl sessizce çıkardıysa meydana, Kerbela sonrası, yine sessizce alıp kendi tozlu sayfaları arasına sakladı. Ta ki Şam şehrinde mütevazı bir evde ‘’Ya Hüseyin! ‘’ Diyen son nefesiyle bu dünyaya veda ediş haberini verene kadar…

 

Türbesi Şam’dadır. Ve her yıl milyonlarca insan, dünyanın her yerinden ‘’Lebbeyk Ya Hüseyin!’’ nidasıyla Kerbela’ya, Hz. Hüseyin’in Haremine giderken. Hz. Zeynep’in Haremine gitmeyi de arzular.

 

Yüce Rabbim bizlere de Hz. Zeynep’i Şam’da kendi hareminde ziyaret ederek Kerbela’ya gitmeyi hem zahiri ve hem de batıni manada nasib etsin inşallah!

 

AMİN

 

Birsen Kıran Kocadağ

İletişim