İslam dini şefkat ve merhamet dinidir ve emir ve yasakları insanı ve toplumu kemalatlara ulaştırma hedefini taşır. İslam dininde bir şey emir edilmişse veya yapılması istenmişse bu mutlaka onun veya tolumun faydasına olduğu içindir. Eğer bir şey de haram kılınmış ya da yasaklanmışsa yine mutlaka insana ve topluma zararı olduğundan dolayı yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Her şeyin yaratıcısı ve rabbi olan Hak Teala her varlığın kemalini ve her varlığın kemalata ulaşması için neyin ona faydalı veya zararlı olduğunu en iyi bilendir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim ve masumlar vasıtasıyla bu emirler ve yasaklar insanlara ulaştırmıştır.

 

Her insan bu ilahi emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmakla yükümlü olduğu gibi ailesi ve toplumu da bu emir ve yasaklar konusunda bilinçlendirmek ve davet etmekle sorumludur. Bu emir ve yasaklar fıkıh kitaplarında belirtilmiştir. Ayrıca fıkıh kitaplarında başkalarını bilinçlendirme ve davet etme hakkında “İyiliği emretmek ve kötülükten nehiy etmek” başlığıyla bir bölüm de bulunmaktadır.

 

Emr-i bi’l Ma’rûf ve Nehy-i anil Münker, “İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” anlamına gelen ve Füru-u Din’den[1] iki farzı barındıran, Kur’an-ı Kerim kökenli bir Arapça ifadedir. İyiliği emretmek farz bir ameli terk eden birisini, o ameli yerine getirmesi için (bu farzın yerine getirilme şartlarına uyarak) davette bulunmak ve kötülükten sakındırmak ise, günahkâr bir kimsenin (onu bilinçlendirme ve güzel ve rencide etmeden ve… gibi şeylerle) haram bir işi yapmasına engel olmak için çaba sarf etmektir.

 

Kur’an-ı Kerim’de iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak İslam Peygamberinin (s.a.a) ümmetinin özel görevi unvanıyla defalarca bahsedilmiş; bazen Allah’a ve Mead’a imanın yanında yahut namaz ve zekat gibi, ibadetlerle birlikte zikredilmiştir.

 

Birçok ayette de bu konuya vurgu yapılmış ve bu farzı yerine getirenler kurtuluşa erenlerden sayılmıştır.

 

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”[2]

 

“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol, çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.[3]

 

Hadislerde de bu konuya işaret edilmiştir, nitekim Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

 

Bir ümmet iyiliği emredip kötülükten sakındırdıkça; iyilik ve takvada yardımlaştıkça sürekli hayırlar/iyilikler içinde yaşar. Aksi takdirde böyle davranmadığı müddetçe onlardan tüm ilahi bereketler alınır.”[4]

 

Müminlerin emiri İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

 

“Her kim kalbi, dili ve eliyle kötülükten sakındırmayı terk ederse diriler arasında ölü gibidir.”[5]

 

Hiç kuşkusuz iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, birey ve bireyler “emir olunan” veyahut “nehiy olunan/sakındırılan” olmadan gerçekleşmez. Dolayısıyla “iyiliği emretmek” ve “kötülükten sakındırmak” iyiliği emreden yahut kötülüğü men eden bireyin kişisel ihtiyar ve hukuk dairesinden öteye geçmekte ve diğer toplumsal bireylerin hukukuyla ilişkilenmektedir.

 

Başka bir tabirle bizlerin hem ferdi ve hem de toplumsal vazife ve görevleri vardır. Yani ferdi olarak namaz kılmak bizim ferdi bir vazifemiz olsa da namaz kılmak farz olduğundan dolayı peygamberi ahlakla ve insani kerametle başkalarının da namaz kılmasını (yani iyiliği) emretmek toplumsal bir vazife ve görev olmaktadır. Ancak şunu da unutmamalıyız ki her farz amelin yapılma şartları olduğu gibi iyiliği emretmenin ve kötülükten sakındırmanın da şartları vardır.[6]

 

Bu farzdan yola çıkarak, “İnsan sadece kendisini kurtarmalı veya ben iyi bir insanım, namazımda niyazımdayım ve ibadetlerimi yapıyorum aman başkalarından bana ne, herkesin günahı kendine, başkalarının amelleri bizi ilgilendirmez” gibi sözlerin asla doğru olmadığı neticesini çıkarabiliriz. Eğer o sözler doğru olsaydı Emr-i bi’l Maruf yani iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak gibi bir vazife ve sorumluluk insana farz kılınmazdı. Dolayısıyla her insanın yaptığı iyilik ve kötülüğün bir ferdi zarar ve faydası vardır ve bir de toplumsal zarar ve faydası vardır. Konunun daha net anlaşılması için birkaç örnek verelim.

 

İnsan tüketen bir varlıktır. Yani bir şeyleri kullanmakta, yemekte ve içmekte… Eğer israf ederse hem kendine ve hem de topluma ve daha doğrusu insanlığa zarar vermiştir. Bu benim sorunum, benim param, benim malım istediğim gibi israf ederim diyemez. İsraf konusunda su örneğini herkes derinden hissedecektir. Ama israf etmezse… İsraf edenin verdiği zarar ve israf etmeyenin ise verdiği fayda tartışma götürmeyecek derecede aşikardır. Eğer bizler su israfına karşı şimdiden mücadele etmez ve önlem almazsak ileride karşılaşacağımız sıkıntılar çok büyük olacaktır.

 

Başka bir örnek; bulunduğumuz bir mahallede yediklerimiz ve içtiklerimizden arta kalanlar oluyor değil mi? Bunları ne yapıyoruz? Çöpe atıyoruz. Peki bir insanın çöpü poşete koymadan kovasından direk olarak çöp bidonuna döktüğünü ve bir başkası ise kokusunun etrafa yayılmaması ve başka insanları rahatsız etmemesi için poşette ve hatta ağzını bağlayarak çöpe attığını düşünelim. Bu ikisinin farkına dikkat edelim lütfen.

 

İlk şahıs (yani olduğu gibi çöpü atan kimse) ben istediğimi yaparım diyerek istediği gibi çöpünü atarak hem kendine (insani şahsiyetinin sorgulanması ve şahsına hakaret edilmesi gibi) ve hem de topluma (başkalarına örnek olma veya etrafına pis kokular yayarak insanları rahatsız etme gibi) zarar vermektedir. Yani hem ferdi ve hem de toplumsal zararı söz konusudur. Bu örnek basit gibi görünüyor olsa da eğer baştan o çöpü atanları uyarmazsak onların attığı çöplerin kokusu eninden sonunda ailemizin içine kadar girerek veya üzerlerine sinecek ve bizleri ya da onları tiksindirecektir.

 

Son olarak güncel bir örnek verelim; Korona hastalığının ikinci dalgasının başlamasından korkulduğu şu günlerde herkes birbirini el yıkama, sosyal mesafeye dikkat etme ve maske takma konusunda uyarıyor öyle değil mi? Hatta buna uymayanlar uyarılıyor ve maddi cezalar bile kesiliyor. Neden çünkü hem kendini ve hem de toplumu ilgilendiren bir konu. Eğer uyarmazsak hem kendine ve hem de başkalarına telafi edilmeyecek zararlar verebilir. Onun için herkes birbirine iyiliği emrediyor (el yıkama, sosyal mesafeye dikkat etme ve maske takma) ve kötülükten sakındırıyor (yani sosyal mesafeye uymaları konusunda uyarma gibi). Her ne kadar bazıları uymasa da bu konuda devletler ve yöneticiler de ellerinden geldiği kadar bu hastalık noktasında iyiliği emretmek için çalışıyorlar ve hatta maddi cezalar bile kesiyorlar. Neden çünkü, sonuçları ağır olabilir bir insanın canına mal olabilir. Uygulamaların ve maddi cezaların ağır olması o olayın önemine ve sonuçlarının ne kadar ağır olduğu ihtimallerine bağlıdır.

 

Günahta işte böyledir; yani günahın da hem ferdi ve hem de toplumsal zararları vardır. Eğer bir insan aile ocağında saygısız bir evlat olarak yetiştirilirse bu insan, Rabbinin emirlerine uymadığı için insani kemalatlara ulaşama, Allah’ın rahmetinden uzaklaşma ve dünyevi geçici şeylere dalarak kendini kandırma gibi birçok zararı kendisine vermiştir. Bunun yanı sıra saygısız bir evlat olduğu ve yetiştirildiği için etrafına ve topluma da (yaptığı davranışlar rahatsızlık vererek veya başka insanlara kötü örnek olarak ve saygısızlık aşılayarak veyahut onlara maddi ve manevi zararlarıyla) zarar vermektedir.

 

 Ancak eğer bir insan aile ocağında güzel bir şekilde yetiştirilirse veyahut ahlaki güzelliklerle donanır ve dini öğretilere veya hiç olmazsa insani erdemlere dikkat ederek ilahi ve insani sınırlar çerçevesinde yaşantısını sürdürürse ferdi olarak kendisini, insanın yaratılışın asıl hedefi olan ilahi kemalatlara ulaştırmış ve bunun yanı sıra bu ahlaki erdemleri de etrafına yayarak güzel bir toplumun oluşmasına yardım etmiş olur.

 

İşte günahların ve toplumlarımızdaki ahlaksızlık, iffetsizlik ve hayasızlıkların (anne babaya saygısızlık, iftira, gıybet, kibir ve başkalarını küçük görme, tesettür ve örtünmeye dikkat etmeme ve namahremlere bakmak gibi) hepsi böyledir.[7] Bunların hepsinin hem ferdi ve hem de toplumsal zararları vardır. Asla demeyin herkesin günahı kendine diye, aman bize ne? Ya da benim yaptıklarım, giyimim ve kuşamım beni ilgilendirir başkalarını ilgilendirmez sözü dünyaya yüzeysel bir bakış sonucu söylenen bir sözdür. Zaten toplumları hep bu sözlerle bozdular ve şu anda bazıları bu hayasızlıkla, iffetsizlikle ve ahlaksızlıklarla karşı karşıyalar. Böyle durumlarla karşılaşınca ya da bir ahlaki olumsuzluk ve sıkıntılar kendi ailelerin başına geldiği zaman “biz ne yaptık diyorlar” ama asıl soru şu olmalı “biz ne yapmadık”!?

 

Bu günahlardan bazılarının zararları su israfı örneğinde olduğu gibi ileriki zamanlarda karşımıza çıkacaktır. Bazıları ise bizim çöp dökme örneğinde olduğu gibi küçümsediğimiz ama kokusu yuvalarımızın içine girip bizleri tiksindirecek şekilde rahatsız edecek ve yavaş yavaş içlere işlenecek zararları olacaktır. Ya da bu günahlardan bazıları korona hastalığı örneğinde olduğu gibi bizim farkında olmadan hayatımıza mal olacaktır. Çünkü bizler iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla diğer inanç değerlerimizi garanti altına almamışız. Dini ve ahlaki değerlerimizin kaybedişimizin çoğu sebebi bu emri ve farzı yerine getirmemekten kaynaklanmaktadır.

 

Nitekim İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:

 

“Şüphesiz ki iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak Peygamberlerin yolu ve salihlerin metodudur. Bütün farzların kendisiyle ikame edildiği büyük bir farzdır. Diğer inançlar onunla emniyete erer, kazanç ve işler onunla helal olarak gerçekleşir, zulümler ortadan kalkar ve yeryüzü düzene girer.”[8]

 

Bizler zamanında Allah’ın emrine uyarak (yani iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla) ahlaksızlığın iffetsizliğin ve hayasızlığın önüne geçseydik, şu anda toplumlarımızda müşahede olan olaylarla karşılaşmazdık. Bizler zamanında eşimizi dostumuzu evladımızı uyarmadık ve onlara ilahi öğretileri güzelce anlatarak iyiliği emretmedik ve kötülükten sakındırmadık. Bunların bazıları yani iyiliği emretmemizin ve kötülükten sakındırmamızın nedeni bizlerin işine gelmemesi ya da maddi menfaatlerimizin korkusundan dolayıdır. Oysaki iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak insanlardan rızkı kesmez veya azaltmaz.

 

Nitekim Müminlerin emiri İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

 

“İyiliği emredin, kötülükten sakındırın ve bilin ki iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, ne eceli yaklaştırır ve ne de rızkı keser.”[9]

 

Oysaki bizler yaratıcımızın emrine uyarak kendimizi ilahi öğretilerle ve ahlaki erdemlerle donattıktan sonra ailemize ve akrabalarımıza da öğreterek zamanında ahlaki rezilliklerden uzak tutsaydık veya onları ahiret ve dünyanın geçici olduğu konusunda uyarsaydık gelmiş olduğumuz durumundan başka yerlerde olurduk.  Bunlarını örneklerini kendi hayatımızda, kapımızın eşiğinde ya da televizyonlardaki haberlerden görüyoruz. Onun için bunlar neden oluyor ve neden başımıza geldi veyahut ne yaptık ki yerine ne(den) yapmadık sorusunu sormalıyız kendimize. Yani neyle karşılaşırsak karşılaşalım, nerede neyi eksik yaptık veya yapmadık sorusuyla her daim öz eleştiri durağında durmalıyız. Kimi kandırırsak kandıralım ama kendimizi ve kendi vicdanımızı asla kandıramayız. Eğer bizler şimdi çocuklarımızdan şikayetçi isek, mutlaka zamanında yapmadığımız şeyler olduğundan dolayı bu haldeyiz. Nitekim televizyonda hayasızlıklar boy boy sergilenirken ve evlatlarımızı aşılanırken neden fıtratı tertemiz olan kız ve erkek çocuklarımızı korumak için bir şeyler yapmadık? sorusunu kendimize sorabiliriz?  Toplumumuzun maneviyatından şikayetçi ise neden zamanında maddi değerleri ön plana çıkaranları alkışlayanlara ebedi hayatın ahiret yurdu olduğunu anlatmak için bir şeyler yapmadık? ve daha böyle nice sorular var ki maalesef bizim yapmadıklarımızdan kaynaklanmaktadır.

 

Ama her konuda olduğu bu konuda da henüz geç değil… Bunun tek çaresi ilahi emir ve yasakları pak masumlarımızın bizlere ulaştırdığı şekilde güzelce öğrenmeli ve amel etmeli ve daha aynı masumlarımızın insanları şefkatle ve merhametle uyardıkları gibi (ilk önce ailemizden başlamak şartıyla) toplumumuzu hakka ve ilahi doğru yola davet etmeliyiz. Tabi önce bunca yapmadıklarımız karşısında da Allah tövbe etmeli ve onun yardımıyla ve ona tevekkülle bu işe koyulmalıyız.

 

Kısa bir not; (İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma noktasında) Yaptıklarımız[10] gibi (Yapabilecek güce sahipken) Yapmadıklarımızdan[11] da hesaba çekileceğiz.

 

Rüstem Cafer Koç

 

——————————————————————————————

[1] İslam’ın ameli hükümleri anlamına gelen fıkhi ve kelami bir terimdir. Füru-u din şunlardan ibarettir: Namaz, Oruç, Hac, Zekât, Humus, Cihat, Emr-i Bil Maruf (iyiliği emretmek), Nehy-i ani’l Münker (kötülükten sakındırmak) Tevella ve Teberra.

[2] Al-i İmran Suresi 104. Ayet.

[3] Lokman Suresi, 17. Ayet.

[4] et-Tehzib, c. 6, s. 181

[5] Bihar’ul-Envar, c. 100, s. 94

[6] Emr-i bi’l maruf ve neyh-i anil münkerin farz oluşunun bazı şartları vardır: Neyh edicinin gerekli bilince sahip olması; maruf ve münkeri ayırt edebilmesi; Nehy olunan kişinin müteessir olma ihtimali; Muhatabın marufu terk etmesi veya münkeri işlemesinde devamlılık ve ısrarın olması; Nehiyde her hangi bir zararın olmaması ve iyiliği emredenin veya nehiy edenin emrettiği veya uyardığı kişiyi güzel şekilde ve ahlaki erdemlere dikkat ederek ve aynı şekilde onu rencide etmeden (herkesin içinde değil de yalnız kaldığı zaman ve tatlı dille) uyarması gibi.

[7] Tabi maalesef günümüzde yapıldığı gibi günahları sadece bunlarla sınırlamak doğru değildir; aksine bizleri Allah’ın emirleriyle uyuşmayan ve Allah’tan uzaklaştıran ve Allah’ın razı olmadığı her şey günahtır. Günümüzde sadece için temiz olsun veya zahir önemli değil kalbin temiz olsun gibi sözler sadece kendini kandırmadır. İbadetlerin hem zahiri ve hem de batıni boyutu vardır.

[8] el-Kafi, c. 5, s. 56

[9] Vesail’uş-Şia, c. 16, s. 120

[10] Yani bu emri yerine getirirken doğru bir şekilde yaptık mı yapmadık mı? Yoksa bu emri yerine getirirken şartlarını hakkıyla yerine getirmediğimizden dolayı uyardığımız kişiyi tamamen mi dinden uzaklaştırdık gibi konularda hesaba çekilme.

[11] Yani bir insanı güzel bir şekilde uyarabilme durumumuz olduğu halde menfaatimize ters gelir ya da artık ondan bir kazanç bize ulaşmaz ya da bize küser diye bu ilahi vazifeyi yerine getirmemek.

İletişim