Bilge Öğretmenin Bir Öğrencisine Karşı Sergilediği Örnek Tutum
Yaşlı adam düğünde salonunun bir köşesinde tek başına otururken damat yanına gelip: “Merhaba hocam beni tanıdınız mı?” diye sordu.
Emekli öğretmen olan yaşlı adam: “Hayır evladım, sadece damat tarafının davetlisi olduğumu biliyorum” diye cevap verdi.
Bunun üzerine damat kendini tanıtarak: “Nasıl olur? Beni nasıl unutmuş olabilirsiniz?! (Beni unutmuş olmanız mümkün değil.)
Hatırlıyor musunuz yıllar önce çocuklardan birinin pahalı saati kaybolmuştu ve bütün öğrencilerin cebini aramalıyım demiştiniz ve hepimizin yüzümüz duvara doğru durmamız gerektiğini söylemiştiniz. Saati çalan ben olduğum için, beni rezil edersiniz diye korku ve mahcubiyetle çok üzülmüştüm. Ama siz cebimdeki saati çıkarmanıza rağmen (benim aldığım anlaşılmasın diye) sonuna kadar diğer öğrencilerin ceplerini aradınız. O yılın sonunda ve onu takip eden yıllarda o okuldaki hiç kimse hırsızlığı bana atfetmedi ve haberdar olmadılar.
Öğretmen dedi ki: Seni hâlâ tanımadım! Ama olayı tam olarak hatırlıyorum. Çünkü öğrencilerin ceplerini ararken gözlerimi kapatmıştım.
Kıssadan Hisse:
Hepimiz hatalarımızın ve yanlışlıklarımızın olduğunu çok iyi biliyoruz. Bazılarını bilerek ve bazılarını da bilmeyerek yapsak da Rabbimiz bu hatalarımızı yüzümüze vurmamakla kalmayıp diğer insanlardan bile gizliyor. Yani burada Allah’ın “Settare’l Uyub” ayıpları ve hataları örten sıfatını bütün vücudumuzla algılıyor ve müşahede ediyoruz. Varlık alemindeki sıralamaya baktığımızda da şöyle bir sıralamayla karşılaşıyoruz;
Böyle bir sıralamada insan ne kadar kendi ilahi sıfatlarla donatırsa o kadar teali ve tekamüle yücelirken ne kadar da bu ilahi sıfatlardan yoksun olursa da Esfele Safilin’e yani “aşağıların aşağısına” (Tin Suresi 5. ayet) indiriliyor. Bu nedenle her daim “kendimizdeki sıfatların ilahi olup olmadığı” konusunda hesaba çekmeliyiz.
Başkalarının ayıbını yüzlerine vurma ya da başkalarının ayıbını örtmeyip diğer insanlarla paylaştığımız zaman ne olacağını ve ne gibi zararları olacağını bilmek istiyorsak Allah’ın yalnız kaldığımızda ya da gönlümüzde olan hata ve kusurlarımızı ortaya çıkardığını düşünelim. Eğer rabbimiz bizim tek başımıza kaldığımızda yaptığımız hata ve günahları ya da gönlümüzden birine karşı beslediğimiz öfke, kin ve bu tür duyguları başkalarına aşikâr etseydi şu anda yine başımız dik göğsümüzü gere gere insanlar arasında gezebilir miydik? Öz eleştiri durağı Allah’ın insana bir lütfudur. Rabbimizin bu ayıpları ve hataları en güzel şekilde örten sıfatıyla sıfatlanarak rabbimizin bu sıfatıyla gönlümüzdeki sevgisi gibi başkalarının gönüllerinde sevgi ve merhamet tohumları ekelim.
Başkalarının hatalarını rabbimizin bizim yüzümüze vurmadığı gibi ve kıssamızdaki öğretmenin yaptığı hiç kimse anlamadan, hiç kimse fark etmeden hatalı tarafa hatalı olduğunu anlatmalı ve yaptığımız hareketle karşı tarafı kaybetmek yerine ebedi güzelliklere vesile ederek kazanmalıyız. Sözü fazla uzatmadan bir ayet bir hadis ve bir duayla bitirmek istiyorum…
Bir Ayet;
بِسْمِ اللهِ الْرَّحْمَنِ الْرَّحِيمِ
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلاَ تَجَسَّسُوا وَلاَ يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا
[Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla]
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın.” [Hucurat suresi, ayet 12]
Bir Hadis;
“Ey insanlar, kendi ayıbına bakan, başkalarının ayıbıyla meşgul olmaz. Allah’ın verdiği rızka razı olan, halkın elinde olana (göz dikip) üzülmez. Zulüm kılıcını kınından sıyıran, onunla öldürülür. Kardeşine kuyu kazan, kazdığı kuyuya düşer. Başkalarının ayıbını açanın, ailesinin ayıbı açılır. Kendi sürçmesini unutan, başkalarının sürçmesini büyük görür. Kendi fikrinden hoşlanan, sapar. Kendi aklını yeterli gören sürçer. Halka karşı kibirli olan, zelil olur. Halka karşı akılsızlık eden, sövülür. Âlimlerle oturup kalkan, saygı görür. Ayak takımı kimselerle oturup kalkan, küçümsenir. Gücünden fazla yük taşıyan, aciz kalır… Sözü çok olanın, yanlışı çok olur; yanlışı çok olanın, utancı azalır; utancı azalanın, çekinmesi azalır; çekinmesi azalanın, kalbi ölür; kalbi ölen kişi de ateşe girer.” (Hz. Ali)
Bir Dua:
“Günahtan günaha sürüklenen, hatalardan bir türlü kurtulamayan, şeytana yenik düşerek emirlerini yerine getirmekte kusur eden, tutkusuna aldanarak yasaklarından sakınmayan, kudretinden habersiz, bol ihsanını yadsıyan kimse gibi, ancak hidayet gözü açılıp körlük bulutları önünden dağıldıktan sonra kendine ettiği zulümlerin farkına varan, Rabbine muhalefeti hakkında düşünüp ona karşı gelmenin ne kadar büyük, ona muhalefetin ne kadar korkunç olduğunu anlayan, daha sonra utanarak ama umutla sana gelen, reddetmeyeceğinden emin olarak isteğini sana bildiren, içtenlikle korkudan sana yönelen, senden gayrisinden umudunu kesen, senden gayrisinin korkusunu kalbinden atan, yakarır halde karşına dikilen, önünde boynunu bükerek bakışını yere diken, izzetin karşısında alçalarak başını aşağı indiren, huzuunun işareti olarak senin daha iyi bildiğin sırlarını sana açan, huşuunun belirtisi olarak sayısını senin daha iyi bildiğin günahlarını sayıp döken, zevki geçici, vebali kalıcı olan bildiğin büyük günahlarından, katında kendisini rezil eden çirkin işlerinden sana sığınan, cezalandırdığın takdirde adaletinden şüphe etmeyen, büyük günahı kolayca bağışlayabilecek Kerim Tanrı olduğunun bilincinde olarak acıyıp affettiğin takdirde de affını büyümsemeyen biri olarak sana yalvarıyorum.”
Acaba bu güzel kıssadan payımıza düşen ne vicdanlarımız ne kadar rahat nekadar güzel tespitler Allah razı olsun nefsimize hakim olmak için hüzel bir yazı emeğinize sağlık