İnsan, gelişimi için daima gözlemleme ve örnek alma metotlarına başvurur. İnsanlık medeniyeti bir bütün olarak ele alındığında; insanoğlu geliştirdiği icatların tümünde, tabiatı gözlemlemiş ve bu kusursuz düzenin örneklerinden ilham almıştır. Öte yandan insan, birey olarak değerlendirildiğinde de görüleceği üzere; çocukluğundan itibaren etrafını gözlemleme ve model alma eğilimindedir ve böylece doğru-yanlış kalıplarına ulaşmaktadır.

 

İnsandaki bu rol model arayışı fıtrattan gelen bir gereksinimdir. Ve her fıtri ihtiyacın karşılığı muhakkak dış âlemde mevcuttur. Bu sebeple de hiçbir kavim ve hiçbir insan hüccetsiz ve örneksiz bırakılmamıştır.[1]

 

İlk insandan başlayan ve kıyamete kadar devam eden mükemmel örnekler arasında en üstünü Rasulullah (s.a.a) ve O’nun pak İtretidir. Ve yüce Allah, lütuf ve inayeti ile yaratılışta ve sorumluluklarında farklılıklara sahip olan kadınlar için mükemmel bir rol model tayin etmiştir: HZ. FATIMA(s.a)!

 

Hz. Fatıma’nın (s.a) yüce makamını, yaratılış alemindeki mihver konumunu[2] ve yaratılıştaki sırları[3] derk etmekte zihinler kifayetsiz kalsa da, kısa hayatından yayılan nuru, tüm çağlara ışık tutacak niteliktedir.

 

Hz. Fatıma ilmi, ibadi, ailevi, siyasi… konularda ayrı ayrı incelenebilir ve her birinden alınacak sayısız dersler mevcuttur.

 

Ancak tüm bu yönlerdeki uyumun temelini oluşturan ve tüm vasıflarında mükemmel bir denge kurmasını sağlayan yönü, ADALET boyutudur.

 

Adalet, günümüzde kullanılan anlamının dışında, kelime anlamı ile ‘her şeyi yerli yerine koymak’ manasındadır. Her şeyi hakkıyla yapmaktır, ne eksik ne de fazla. İmam Humeyni’nin tabiriyle: ‘ifrat ile tefrit arasında orta bir sınırdır’.[4]

 

Hz. Fatıma’nın (s.a) mükemmel bir eş ve anne iken; ilmi ve ahlaki dersleriyle mükemmel bir eğitimci oluşu, ibadeti ile gökleri aydınlatırken; siyaset ve basireti ile de rotasını şaşırmış toplumun yoluna ışık tutabilmesi, nubuvvetin yardımcısı ve velayetin koruyucusu olması…

 

Ve tüm bunların arasında var olan kusursuz dengenin temelini, FATİMÎ ADALET oluşturur.

 

Ve bilindiği üzere; toplumların ilerlemesinde ve yönlendirilmesinde en önemli etken, ‘kadın faktörü’dür. Çünkü kadın; toplumun çekirdeği olan ailenin, düşüncesel ve duygusal olarak şekil almasında esas rolü oynar. Dolayısıyla bu konu, toplumda bir mihver konumuna sahip olan KADINlar için özel bir ilgiyle incelenerek özümsenmelidir.

 

Günümüz kadını; annelik vasfı, eşlik vasfı, iş yerindeki sorumluluklar ve sosyal ilişkilerindeki konumları arasında sıkışmışlık duygusu yaşamaktadır.

 

Günümüz dünyasının empoze ettiği mükemmeliyetçilik duygusuyla, her yönüyle ve tüm ilişkilerinde mükemmel olma adına koştururken; asli vazife ve benliğinden bir o kadar da uzak düşmektedir. Bu keşmekeşin getirdiği stres, elde edememe ve yetersizlik duygusu ve devamında da umutsuz bir topluma dönüştürülme söz konusudur.

 

Bir taraftan da kültürel olarak aşılanan ‘ya hakka girersin ya da hakkından geçersin, hak yemektense hakkından feragat etmek gerekir zihniyeti’ ile sürekli değersizliğe ve derin mutsuzluğa itilen bireyler için sağlam bir duruş ile verimli ve mutlu bir hayat yaşamak ise, daha zor bir hal almaktadır.

Çünkü içinde bulunduğumuz toplumda genel olarak özveri ve fedakarlık hakimdir ve gerçek manada emek veren bir toplum olarak, bu emekten aynı ölçüde geri dönüş alamadığını gördüğünde insanlarda, tabii olarak bir hayal kırıklığı yahut yer yer ümitsizlik görülür.

 

Ancak adaletin öngördüğü; mükemmeliyetçilik adına yıpratılan değil, ne karşıdakinin ne de kendi hakkından geçen, her şeyde hakkı gözeterek adil kararlar alabilen bireyler olmaktır.

 

Bunun için hayatın merkezinde Allah’ın yarattığı ve değerli kıldığı “BEN HAKİKATİ”(nefsi istekler değil) konumlandırılmalı ve tüm vazifelere olan mesafe ise bu odak noktası üzerinden ayarlanmalıdır. Böylece hayattaki başarı veya başarısızlığın ölçütü ne dış dünyanın yaftalamaları ve kısıtlamaları olacak, ne de nefsi zaaflar üzerinden verilen ve bu sebeple ya karşı tarafın yahut kendimizin üzüldüğü fazla fedakarlıklar olacaktır. Ölçüt; Allahın huzurunda sahip olduğum özgür VİCDANIM olacaktır.

 

Bu bağlamda insandaki adaleti oluşturma çabası, bir merkezi mekanizma niteliğinde, karar alması gereken noktalarda oluşan düğümlerin açılmasını sağlayacaktır.

 

Örnek olarak eğer bir insan, insanlarla olan ilişkilerinde gayet iyi; ancak Allaha karşı olan kulluk vazifesini ihmal ederse, yahut ilim veya ibadetle nur elde etme çabasında iken bir taraftan da çocuklarının hakkına giriyor veya olumsuz söylemleriyle insanlara zulüm ediyorsa, sonuç olarak iyi amelinin hayrını görmez ve nurunu elde edemez, çünkü NUR İLE ZULMET BİRLEŞMEZ! İşlerimizin ölçüsü, adalet terazisi ve hakkın neyi gerektirdiği olmalıdır.

 

Hz. Fatıma(s.a.)’nın hayatına baktığımızda; İslamiyet öncesinde 5 yaşında, annesiz bir kız çocuğu için kafirlerin eziyet ve ambargolarına rağmen, babasına annelik yapmak (Rasulullah ona, ‘ümmü ebiha’ lakabını vermiştir) ve nübuvvetin desteği olmak, İslam sonrasında ise münafıkların düşmanlıkları ile verilen mücadelede velayetin bir numaralı destekçisi olmak, hele ki bu baba Allah’ın Rasulü, eşi de Müminlerin Emiri iken onların hakları karşısında vazifesini eksiksiz icra etmek, kolay bir görev değildir.

 

Tüm maddi ve manevi sıkıntılarda, çocuğunun günlerce aç kaldığını gören bir anne olarak metanet ve dik duruşunu yitirmeyişi, gelinlik olarak giyeceği yeni gömleği fakire vererek kendisinin eskiyi giyinmesi, tüm İslam düşmanlıklarına, haklarının gasp edilmesine rağmen, Hz. Ali(a.s.)’ın “eve gelip Fatıma’yı gördüğümde tüm gam ve hüznüm giderdi” dediği evinin huzur timsali olması, şüphesiz her konuda nefsine zor gelse de hakkı baz alarak FATİMÎ ADALET ile karar vermesindendir.

 

Rasulullah (s.a.a) adaletle ilgili şöyle buyurmuştur: ” Bir saat adalet -ile davranmak- , yetmiş yıl boyunca geceleri (ibadet için) uyanık ve gündüzleri oruç tutularak geçirilen ibadetten üstündür.”[5]

 

Bu hadis de adaletin önemini ve hayatımızın kontrol mekanizmasını oluşturması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca kolay ve hızlı olmadığı ve meşakkatli bir yol olduğu da aşikardır. İşte tam bu noktada, yolumuza ışık tutan rol model ve örneklerimizin yardımı ile yolumuza devam ederiz.

 

Çünkü ehlibeyt mektebi bize, SONUÇ ODAKLI DEĞİL, SÜREÇ ODAKLI yaşamayı ve elimizden geleni yaptıktan ve hakka riayet ettikten sonra işlerimizi güçlü bir makama havale etmemiz gerektiğini öğretir.[6] Bu sebeple yolumuzun aydın olduğu ve sükunet dolu bir yaşam önümüzde bizi beklemektedir…[7]

 

Öte yandan bizlerin tüm çabasına rağmen dünya üzerinde hakim olacak gerçek adalet, yalnızca ZAMANIN SAHİBİ (a.f)’nin zuhuru iledir. Ve ancak ve ancak GÖNLÜNDE ADALET DUYGUSUNU ARAYANLAR, BU ZUHURU VE MUTLAK ADALETİ GÖNÜLDEN ARZULAYABİLİRLER!

 

Gönüllerimize ve hayatlarımıza Fatıma’nın Yusuf’unun Adalet Güneşinin doğması duası ile

 

Tuba TURAN

 

——————————————————————————————————–

[1] İsra/71: “Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla.”

[2] Hadisi kisada geçen ifadede hz. Fatımanın mihver konumuna işaret edilir: “Onlar; Fatımadır, babasıdır, kocasıdır ve iki oğludur” buyrulmuştur.

“هم‌ فاطمة‌ و أبوها و بعلها و بنوها”

Mefatih’ul Cinan s: 1211

[3] Onda saklı olan sırra andolsun ki…

“…و السّر المستودع فيها…”

[4] İmam Humeyni, Akıl ve Cehalet Askerleri Hadisi Şerhi s:140

[5] Mişkat’ul Envar fi Gurer’ul Ahbar/c:1/s: 671

[6] Talak/3: “Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter.”…

[7] Raad/28: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”

İletişim