“Yer Rabbinin nuruyla parıldadı.” (Zümer 69)
İmam Rıza (a.s) bu ayetin tevilinde şöyle buyurmaktadır:
“O benim dördüncü evladımdır… Yeryüzünü zulüm ve haksızlıklardan temizleyecektir. Onun doğumu konusunda insanlar şüpheye kapılacaklar. Onun gaybeti uzun olacaktır, zuhur ettiğinde ise yeryüzü Allah’ ın nuruyla dolacaktır.” (Yenabiu’l -Mevedde, 44 )
Tanıtımını yapmak istediğimiz bu kitap İslam inkılabı lideri ve rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamaney’in İMAM MEHDİ VE ZUHUR hakkındaki bazı konuşmalarından derlenmiştir.
Kitap 6 bölümden meydana gelmektedir.
1- BÖLÜM: İmam Zaman Kimdir?
2- BÖLÜM: Zuhur Döneminin Özellikleri
3- BÖLÜM: Zuhuru ve Kurtuluşu Beklemenin Adabı
4- BÖLÜM: Mehdi’yi (a.f) Bekleyenlerin Vazifeleri
5- BÖLÜM: Mehdilik Etrafında Soru ve Şüpheler
6- BÖLÜM: Velayet-i Fakih İmam Zaman’ın Naibliğidir
Aziz rehberimizin (Allah ömrünü uzun eylesin) bu kitaba alınmış konuşmalarında ÜMİT konusunun çokça ön plana çıktığı gözleniyor. Elbette İMAM MEHDİ ile ÜMİT konusunun alakalı olduğu aşikardır. Fakat bu kitapla ÜMİT kavramının genelde insanlık için, özelde de Müslümanlar için olmazsa olmazlardan ve insan yaşamı için temel olduğu fark ettiriliyor ve düşünmeye sevk ediyor.
Kitabı okurken yaşanılan bir atmosfer de şu oluyor ki; Aziz Rehberimizin dilinden dökülen o kesin, kati ve bir o kadar da şefkatli cümlelerle; İmam Mehdi (a.f) ye olan inancın arttığı, sağlamlaştığı ve bu konuşmalardan güç alındığı hissediliyor.
Ayrıca adaletin insanlık için neden önemli olduğu, kurtuluşu beklemenin önemi, bekleyişin nasıllığı, gibi konularda insanın zihnini açan, doyuran ve bunu harekete nasıl dönüştüreceğini somutlaştıran ifadelerin bulunduğu bu kitap hakkında fikir sahibi olabilmeniz için kitabın bölümlerinden konuşmalardan kısa kesitler aktarmak istiyorum.
1- BÖLÜM: İMAM-I ZAMAN KİMDİR?
“…Yani peygamberlerin bu yüce hareketi ve ilahi daveti hiçbir zaman ve zamanın hiçbir noktasında kesilmemiştir. İnsanlık Peygamberlere, onların ilahi davetine ve ilahi davetçilere daima ihtiyaç duymuştur, bu ihtiyaç günümüze dek süregelmiştir. Zaman geçtikçe insanlık, peygamberlerin öğretilerine daha çok yakınlaşmıştır. Bugün toplum düşünce, medeniyet ve marifet mefhumunun gelişmesiyle, asırlarca önce insanlık için anlaşılamayanları daha iyi kavramakta ve anlamaktadır. Adalet, özgürlük, insani değer gibi bugünün toplumunda revaçta olan sözler peygamberlerin dile getirdiği ve insanlığa kazandırdığı kavram ve sözlerdir. O zamanda halk ve insanların çoğu bunu anlamaktan acizdi. Peygamberlerin peş peşe gelmesi ve davetlerinin yayılması, insanların zihninde, fıtratında ve kalbinde bu düşünceleri nesilden nesile taşıdı.
Bu ilahi davet zinciri hala sürmektedir ve Bakıyyetullah’ın (a.f) mukaddes varlığı da bu zincirin devamıdır. ”
“Bu bayram ( Nime-i Şaban ) ümit kaynağı ve ümit sevincidir, bunun karşısında ise ümitsizlik vardır, işte emperyalizm dünyadaki mustazaflara bu ümitsizliği aşılamaya çalışıyor. ”
“ Emperyalist hareketin başarılı olması için milletlerin “ işlerinin düzelmesinden ” ümidi kesmesi lazımdır. Yoksa , milletler ümitvar olur ve bu ümitlerini korurlarsa emperyalizmin silahı pek etkili olmayacaktır. İnsanlara karanlık bir ufuk ve belirsiz bir atmosfer göstermeye çalışırlar. Bununla kastettiğim şudur: Milletlere “Sizin gücünüz, kültür ve inancınız, milli kimlik ve kişiliğiniz hiçbir işe yaramaz, bunlarla bir yere varamazsınız. İleriye doğru hareket edebilmeniz için büyük güçlerden yardım almanız gerekir.” telkininde bulunmaktadırlar. Bu fikirlerin 180 derece karşısındaki fikirse, bizim ve Ehl-i Beyt (a.s) e mensup herkesin ortamına hakim olan “Bekleyiş” fikridir. “Bekleyiş”; insanoğlunun akıbeti ve insanoğlunun sonu konusunda ümit dolu bir bakış beslemektir.”
“ Mehdeviyete inanan bir toplum kendisinde özgüven hisseder. Bu özgüven ve moral, milletler için çok önemlidir. Şunu biliniz ki emperyalizmin İslam ülkelerine musallat olup egemenlik kurması, bu ülkelere özgüvenlerinin kaybettirilmesinden sonra mümkün olabildi… İslam ülkeleri önce zaaf duygusuna kapıldılar, güçsüz oldukları duygusuna kapıldılar… İşte o zaman emperyalist güçler onlara egemen ve musallat oldular.”
“… İşte Filistin halkı … Tam 10 yıl sessiz ve hareketsiz oturup kalmıştı… Çünkü artık “yapamayacağını” sanıyordu, zaafa kapılmıştı. “Yapabileceği düşüncesi zihninde yeşerdiği ve buna inandığı gün Filistin halkı kıyam etti ve bu kıyamın ardından bunca başarıya kavuşabildi. “Evet, bugün Filistin halkı acı çekiyor ama ilerliyor… Hareket etmeyen ve bu nedenle de tokat yemeyen ama gün be gün gerileyip zavallılaşan , köleleşen ve “ tokat yemiyorum ” diye sevinen bir milletle; yolun zorluğuna dayanan , ayağı taşa takılıp kanayan , ama başarıya ve zafere doğru yürüyüp saadet menziline , zafere , izzete ve onura doğru ilerleyen millet arasında elbette ki fark vardır! Filistin halkı önce ümit buldu, şimdi hareket ediyor ve ilerliyor.”
2- BÖLÜM: ZUHUR DÖNEMİNİN ÖZELLİKLERİ
“Bütün peygamberler ve veliler cihanda TEVHİD bayrağını dalgalandırmak ve TEVHİD ruhunu insanların hayatına hâkim kılmak için gelmişlerdir. Adalet olmadan, adalet ve insaf yerleşmeden tevhitten söz edilemez. Tevhidin belirtilerinden ve erkanından biri zulüm ve adaletsizliğin olmamasıdır; zira gördüğünüz gibi adaletin yerleştirilmesi peygamberin mesajlarındandır. Peygamberin yaptığı büyük işlerdendir adalet için çalışmak.”
“Kıst ve adalet en önde gelen işlerden biridir. Biz refahı da kıst ve adalet için istiyoruz, mücadele, savaş yapı ve kalkınma gibi çeşitli işleri de kıst ve adalet için istiyoruz. Bütün bunlar toplumda adaletin hakim olması, bütün insanların toplumsal imkanlardan yararlanması ve bir kısım insanların mazlumiyetten çıkması ve mahrum kalmaması içindir. Kıst ve adalet ortamında ancak insanlar gelişebilir, yüksek beşerî derecelere yükselebilir ve kendi insani mertebesine ulaşabilirler. Kıst ve adalet, insanın nihai kemale yükselmesi için vazgeçilmez bir başlangıç gereğidir.”
“Mehdeviyet inanç ve İmam-ı Zaman’ın ( a.f) doğum günü olan Şaban ayının 15. Günü kutlamalarının bize vereceği bir diğer ders şudur: “Bizim beklemekte olduğumuz adaletin – ki cihanşümul olan Hz. Mehdi ’nin ( a.f) adaletidir- öğüt ve nasihatle gerçekleşmeyeceği gerçeğidir”
“… Demiri de indirdik. Onda çetin bir güç ve insanlar için faydalar da vardır…” (Hadid, 25). Yani peygamberler davet diliyle konuştukları gibi; zorba ve güç zehirlenmesine uğrayan kötülerle de silahla teçhizatlanmış güçlü pençeler ve kuvvetli ellerle mücadele edip savaştılar.”
“… İslam dini, kan vererek gelişip ilerlemiştir. İslam öncesindeki dinlerin peygamberleri ve dinleri en yücesi olan İslam dininin peygamberi hep; bir elinde insanların hidayeti için Allah’ın kitabını, diğer elinde de silahını taşımıştır. Hz. Halil İbrahim’in (a.s.) bir elinde Mushaf diğerinde putları kırmak için balta vardı. Hz. Musa Kelimullah’ın ( a.s.) bir elinde Tevrat , diğer elinde Firavun’u tahtından alaşağı edip aciz kılan ve hainleri yutan asası vardı…Ejderhaya dönüşen bir asa… Yüce İslam peygamberinin ( a.s. ) de bir elinde Kur’ an , diğer elinde kılıç vardı. Kur’an’la hidayet ediyor, kılıçla da hainleri cezalandırıyordu. Hidayet olabilecekler için Kur’an bir kılavuzdu; hidayet olmayıp kumpaslar kuran kimselerin tepesinde de kılıcını tutuyordu. ” ( İmam Humeyni ( k.s) )
3- BÖLÜM: ZUHURU VE KURTULUŞU BEKLEMENİN ANLAMI
“Mehdeviyet konusunda dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de , ister Sünni olsun , ister Şii olsun, bütün İslami kaynaklarda Hz. Mehdi’nin (a.f) zuhurunun “açılış, kurtuluş ve rahatlama ” şeklinde tabir edilmesi ve Arapça “FEREC ”kelimesinin kullanılmasıdır. Ne demektir ferec? Ferec burada “kurtuluş , açılma ve rahatlama” anlamına gelir. Bir insan ne zaman kurtuluşu bekler? Ne zaman açılış ve rahatlamayı bekler? Bir sorun, bir düğüm çözülemeyen bir dert olduğunda insan çözümü, kurtuluşu, rahatlama ve açılışı bekler. Bu, çözülemeyen düğümü çözecek, yüreklerde birikmiş ukdeleri açacak bir eli beklemektedir. İşte önemli nokta budur.”
“Gerçek bekleyişin gereği güven ve umuttur; biri olmadan diğeri olmaz. Geleceğinden kesinlikle emin olduğunuz ve güvendiğiniz kimseyi beklersiniz.”
“Bekleyiş; nur, adalet ve hakla dolu bir dünyayı beklemek olup insanoğlunun en bereketli hallerinden biridir.”
“Beklemek, harekettir, hazırlıklı ve amade olmaktır. Bu “amade ” oluşu kendimizde ve çevremizde oluşturmak ve korumak durumundayız.”
“Hz. Mehdi’yi (a.f) bekleme dersi alan bir Müslüman, bu derste kurtuluşu öğrenmektedir. İnsanın ümitsizliğe kapılarak elini kolunu bağlayıp oturmasını ve “artık hiçbir şey yapılamaz” demesini gerektirecek hiçbir çözümsüzlük ve çaresizliğin bulunmadığını öğrenmektir. Bunca zalim ve zorba hareketlere karşı insanoğlunun hayatının nihai noktasında kurtuluş güneşi doğacağına göre, hayatın şu anki çıkmazlarının da mutlaka bir çıkışı ve kurtuluşu olduğuna inanmak gerekir. Bu , bütün insanlara verilen bir ümit dersidir. Bütün insanlara gerçek bekleyişi öğreten bir derstir bu. Zuhuru beklemenin en faziletli olmasının nedeni de budur zaten. Bu da bekleyişin hareketsizlik değil , bilakis hareket ve amel olduğunu gösteriyor.”
4.BÖLÜM: MEHDİ’Yİ ( A.F) BEKLEYENLERİN VAZİFELERİ
“Biz ancak zuhura zemin hazırladığımız zaman gerçek bir “zuhuru bekleyen” sayılabiliriz…”
“Ancak, gerekli hazırlıkları yapmış ve gerekli kabiliyetlerle donanmış bir toplum vaat edilen Mehdi’yi (a.f) ağırlayabilir. Aksi takdirde tarih boyunca gelip geçmiş peygamberlerle evliyanın durumu gibi olacaktır… Onca peygamber, onca ululazm nebi geldiği halde neden bütün dünyayı kötülükten temizleyip arıtamadılar dersiniz? Neden? Çünkü ortam hazırlanmamıştı. Onca ulvi gücüne rağmen , ilahi beslene onca ilmine rağmen o irade gücüne ve kişiliğindeki onca parlak ve nadide güzelliklerine rağmen, Resulullah efendimizin (s.a.a.) kendisi hakkındaki onca buyruk ve tavsiyelerine rağmen müminlerin emiri İmam Ali ( a.s.) o kısa iktidarı döneminde kötülüğün kökünü neden kazıyamadı? O büyük insanı bile yolarının üzerinden kaldırdılar! “ Adaletten taviz vermediği için ibadet sırasında öldürüldü!”
Evet! Müminleri emiri İmam Ali ( a.s.) adaletten taviz vermeyişinin bedelini hayatıyla ödedi! Çünkü ortam hazır değildi. Ortamı bozmuş , zehirlemişlerdi. Ortam “ dünya sevgisinin egemenliği ”ile zehirlenmiş , bozulmuş bir ortamdı…”
5.BÖLÜM: MEHDİLİK ETRAFINDAKİ SORULAR VE ŞÜPHELER
“Madem Hz. Mehdi ( a.f) gelecek şimdi bizim hareket etmemize ne gerek var ” diyorlar. Bu tıpkı “yarın sabah nasıl olsa güneş doğup etrafı aydınlatacak, o halde akşam olduğunda bizim lamba yakmamıza gerek yok” deyip karanlıkta oturmaya benzer” Yarın doğacak güneşin bizim şimdiki durumla ne ilgisi var? Şimdi gece ve karanlık! Bugün dünyanın dört bir yanında zulüm, haksızlık, adaletsizlik, ayrımcılık ve zorbalık var. İmam-ı Zaman (a.f) bunlarla mücadele etmek için gelecektir. Eğer biz İmam-ı Zaman’ın (a.f) askerleriysek kendimizi bunlarla mücadeleye hazırlamalıyız.”
6- BÖLÜM: VEKAYET-İ FAKİH İMAM-I ZAMAN’IN (A.F) NAİBLİĞİDİR
“Allah Teala’nın devlet yönetimi konusunda belli birini tayin etmemiş olduğu şu gaybet döneminde ne yapmamız gerekir? Bu durumda İslam ‘dan vazgeçecek , bu dini bırakacak mısınız? Artık İslam dinini istemeyecek miyiz? İslam dini sadece o 200 yıl için miydi ?! Yoksa ; “ İslam ne yapacağımızı belirlemiştir ama devlet yönetimi ile ilgili yükümlülüğümüz yoktur ”mu diyeceğiz? Devlet ve yönetimin olmaması demek Müslümanların bütün kanun , kural ve değerlerinin kaybedilmesi demektir!
Böyle mi olmalıdır?
Yoksa devlet mi gereklidir?
Yüce Allah gaybet döneminde belli bir şahsı tayin etmemiş olsa da Sadr-ı İslam’da Sahib-i Zaman’ın (a.f.) dönemine kadar olması gereken yönetimin niteliklerini belirlediğine göre , gaybet döneminde de devletin niteliği aynı olmalıdır. “ Kanunu bilmek ve adaletli olmak” tan ibaret bulunan bu nitelik ve vasıf sayısız fakihlerde mevcuttur. Bu iki vasfa haiz liyakatli biri harekete geçer de devlet kuracak olursa, Hz. Peygamber-i Ekrem efendimizin (s.a.a) toplumu yönetme konus9unda sahip olduğu velayete sahip demektir ve bütün insanların ona itaat etmesi gerekir.” ( İmam Humeyni (k.s))
“ Velayet , yani ülkeyi yönetme , iktidarda bulunma ve kutsal şeriat hükümlerini uygulama pek ağır ve önemli bir vazifedir. Bir vazife insana şan vermez, üstün bir makam kazandırmış olmaz, onu alalade insanın ötesine yüceltmez. Başka bir deyişle, burada sözünü ettiğimiz “velayet”, yani iktidar, yönetim ve toplumun idaresi, birçoklarının zannettiği gibi tam tersine , bir ayrıcalık değil, çok ağır ve önemli vazifedir… Bu durum, tıpkı imamın (a.s) birini devlet yönetimine ve herhangi bir göreve ataması gibidir. Burada – Allah ve kullar karşısında- taşınan sorumluluk peygamber –imam-fakih ayrımı makul değildir.”
Kitap haline getirilmiş olan bütün bu konuşmalar elbette sözün sahibinin yüce şahsiyeti ve onun dayandığı eşsiz kaynaktan ötürü çok değerli sözlerdir. Önemli olan bizlerin bu sözlerden ne kadar istifade edebildiğimiz, idrakimizi güçlendirerek hayata ne kadar geçirebildiğimizdir. Allah bize bu sözlere amel tevfiki nasip etsin inşallah.
Allah’ım bize ZAMANIN SAHİBİNİ hakkıyla tanıma liyakati ver, ONU (a.f) bekleme ameli ile hayatımızı bereketlendir, ONUN (a.f) zuhurunu acil eyle, ONUN (a.f) zuhurunu görmekle gözlerimizi ve kalplerimizi nurlandır ve zuhurda onun yanında yer almayı , yardım etmeyi nasip et.
AMİN…
Nalan Gürel