Neden ölümden korkulur? Ya da Ölümden Korkulmalı mıdır? Ölümden korkmamak için neler yapmalıyız? 

 

Cevap: Ölümden korkmanın değişik neden ve sebepleri olabilir ve biz bu yazıda özet olarak bu nedenlerin bazılarına işaret edeceğiz. Ancak daha öncesinde yüce Rabbimizin ne kadar merhametli ve şefkatli olduğunu unutmamız ve hayatımızın dönüm noktalarında bizi yalnız bırakmadığını bilmemiz gerekmektedir. Bu nedenle aşağıdaki hususlar üzerine düşünmemiz gerekmektedir.

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım…

 

Zira insan hayatına her zaman onun ismiyle başlamalıdır. Çünkü başında Rahman ve Rahim olan Allah’ın iki güzel sıfatı var. Bu sıfatlardan başka yöneleceğimiz, sığınacağımız hiçbir şeyimiz yok ki zaten. Var mı? Sor bakayım bir kendine… Siz üzerinize alınmayın ben kendime soruyorum… Hani her insan kendi nefsini daha iyi tanır ya ondan böyle yazıyorum.

 

Rahman bizlere bağışlayıcı merhametiyle bakmazsa halimiz ne olur acaba? Cennet cehennem değil kaygım! Karşısındasın ve sana bakıyor, konuşman lazım hesap yeri, ama boynun eğik. Bütün bedenin, dilin hepsi konuşabilir ve amellerinin şahidi oldukları halde onlarda konuşamıyor; güzel ve övünecek amelin yok ki. Ağzın konuşmaya başlasa ne diyecek; yaptığın günahları, işlediğin kötü amelleri ya da onun huzurunda onu hiçe sayıp görmezlikten gelip duçar olduğun rezillikleri mi söylesin? Bırak sussun bütün bedenin, başını kaldırma sakın yerden. Ama gönlünde daima tekrarla ya Rabbi işlediğim kötü ameller cahilliğimden, amellerimin neticesini bilmediğimden. Kendi nefsime zulmettim. Allah’ım Rabbim, yüce Mevlam de ve yalvar. Ya Rab yaptıklarım ne sana karşı olan isyanımdan (zira alemde her şey senin egemenliğin altındayken ben aciz kul sana nasıl isyan ederim) ve ne de gurur ve kibirden. Sadece ve sadece cahilliğimden ilahım. Cahilliğimden… Cahilliğimden.

 

Bırak hiçbir şey söyleme, senin bu durumda yüce Mevla’nın huzurunda tek yapacağın şey Allah’ın en sevdiklerini vasıta kılmak. Çünkü insan öldüğünde kabre konup üzerine toprak atılmadan önce, telkin edilir ve bu telkinde İmamların ismi söylenir ve sevdiklerimizi onların isimlerini anarak onlara emanet ederiz. Burada insan, Allah’ın ne kadar şefkatli ve merhametli olduğunu bir kez daha anlıyor. Zira dünyaya geldiğimizde Allah Teala bizleri iki meleğe emanet ediyor zorluk ve sıkıntı çekmememiz için ve vefat ettiğimizde yani bir kez daha dünya değiştirdiğimizde (ne olursak olalım yine korkmamamız ve Rabbimizin şefkatiyle karşılaşacağımızı bir kez daha hatırlamamız için), kimsenin yardımı olmayacağı kabir de Allah’ımız sorgu meleklerinin bizleri karşılayacağını ve onların ne soracaklarını ve sorularına ne cevap vereceğimizi bizlere telkin ettiriyor. Korkmamamız ve dehşete kapılmamamız için.

 

O alem değiştirme ve herkesin bizi bırakıp amellerimizle yanlış başımıza bırakacağı yerde, biraz korkumuzun azalması ve o dehşet anından tekrar Rabbimize yönelmemiz için şöyle telkin duası yaptırıyor Rabbim bizlere: “Bizden ayrıldığında bulunduğun ahit üzere misin sen? O ahit: Allah’tan başka ilâh olmadığına, tek ve ortağı bulunmadığına, Hz. Muhammed’in (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti’ne rahmet etsin) O’nun kulu, elçisi, peygamberlerin efendisi ve resullerin sonuncusu olduğuna, Hz. Ali’nin müminlerin emiri, vasilerin efendisi ve Allah’ın itaatini bütün âlemlere farz kıldığı imam olduğuna, Hasan, Hüseyin, Ali b. Hüseyin (Zeynelabidin), Muhammed b. Ali (Bakır), Cafer b. Muhammed (Sadık), Musa b. Cafer (Kazım), Ali b. Musa (Rıza), Mu-hammed b. Ali (Cevad), Ali b. Muhammed (Hadi), Hasan b. Ali (As-keri), “Kaim, Hüccet ve Mehdi” hazretlerinin (Allah’ın rahmeti onlara olsun) müminlerin imamları, bütün yaratıklara Allah’ın hüccetleri, senin imamların, hidayet imamları ve iyiler olduklarına dair şehadet etmendir. Ey falanın oğlu falan.]

 

Allah Teala tarafından elçi olarak yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) iki melek sana gelip Rabbin, Peygamberin, dinin, kitabın, kıblen ve imamların hakkında sorduklarında, korkma, hüz-ne kapılma ve onların cevabında şöyle de:

 

“Allah, Rabbimdir. Hz. Muhammed, (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti’ne rahmet etsin) peygamberimdir. İslâm, dinimdir. Kur’an, kitabımdır. Kâbe, kıblemdir. Müminlerin emiri Ali b. Ebutalib, imamımdır. Ali’nin oğlu Hasan Müçteba, imamımdır. Kerbela’da şehit edilen Ali oğlu Hüseyin, imamımdır. Ali Zeynelabidin, imamımdır. Muhammed Bakır, imamımdır. Cafer Sadık, imamımdır. Musa Kazım, imamımdır. Ali Rıza, imamımdır. Muhammed Cevad, imamımdır. Ali Hadi, imamımdır. Hasan Askeri, imamımdır. Beklenilen Hüccet, imamımdır. Bunlar, (Allah’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun) benim imamlarım, efendilerim, önderlerim ve şefaatçilerimdir. Onları seviyor; dünya ve ahirette düşmanlarından teberri ediyorum. O hâlde ey filan oğlu filan! Bil ki:]

 

En sonunda ise daha da merhamet ve şefkatinin derecesini artırarak kulum korkma buyuruyor ve şöyle telkin ettiriyor son anda bile:

“Şüphesiz Allah Tealâ, ne güzel Rabdır. Hz. Muhammed (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti’ne rahmet etsin) ne güzel elçidir. Hz. Ali ve masum evlatları olmak üzere on iki imam, ne güzel imamlardır. Hz. Muhammed’in (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti’ne rahmet etsin) getirdiği, haktır. Ölüm, haktır. Kabirde Münker ve Nekir (denen iki meleğ)in sorgulaması, haktır. Yeniden dirilme, haktır. Dirilip yayılma, haktır. Sırat, haktır. Mizan, haktır. Amel defterlerinin dağıtılması, haktır. Cennet, haktır. Cehennem, haktır. Kıyamet gelmektedir; onda hiçbir şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirde olanları diriltecektir…”

 

İşte bu halden yani rabbinin şefkat ve merhametinden sonra yine de başını kaldırmadan, âlemler yaratılmadan önce ruhları var olan, Hz. Âdem’in (a.s) ve daha nice peygamber ve evliyaların duasının kabul olmasına vesile olan ön dört masumu an. Onları an ki Rabbimizden sonra ve Rabbimizin izniyle onlardan daha güzel ve daha şefkatli bir başka şefaatçi yoktur.

 

Aslında Allah-u Teâlâ belki de kulları karşısında mahcup olmasın diye koydu bu şefaatçileri. Bir ihtimal değil mi? Hani evlat evden kaçar da baba buna çok sinirlenir. Sonra evlat bulunur ve eve dönünce evlat annenin kucağını sığınır ve ikisi bir babanın huzuruna gelirler. Evladın bu halini pişmanlığını gören baba daha evladının konuşmasına izin vermeden sarılır bir daha yapma emi der ya işte bundan böyle konuşuyorum. Bu söz benim gibi günahkâr bir kulun hakkında doğru olmasa da Allah’a ne kadar hüsnü zan beslersek Allah’ta bize de o kadar merhamet ve şefkatiyle davranır ya! Dur ya kesme sözümü; gönül alemindeyiz, aklı katma şimdi, gönül ve aşkla uygun olmayabilir.

 

Bu şefaat kapılarından hangisini çalmak istersen çal. Hepsi sonuna kadar açık. Hatta Allah Resulü, ümmetimin hepsi girmeden ben cennete girmeyeceğim buyurur. İlk kapı Hz. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.a) olsun. Düşün Resulü Ekrem (s.a.a) kendisine karşı yapılan zulümleri hep affetmiş ve sırasıyla diğer masumlar…

 

Hür gibi ol, bütün olanlara rağmen İmam Hüseyin’e bağışlama duygusunu veren Allah seni başı eğik görünce affetmez mi? 

 

Velhasıl ömür çabuk gelip geçiyor; ganimet bilmek lazım fırsatları. Aşkın peşine düşmeleri ve cilvelerine kapılmadan özüne yönelmeli; yoksa yanar için için insan. Ya Rab! Sana aşk duyduğumu ve bedenimin her zerresinin seni arzuladığını biliyorum. Senin adını anınca içimde ilahi şevkin nasılda galeyana geldiğini ve bir hareketle nerelere ulaşacağını biliyorum. Ancak bu duygu nasıl olurda bir anda elden gider; tutamıyorum onu. Yaşatmak büyütmek ve son hedefi olan sana ve kemale ulaştırmak istiyorum. Olmuyor! Olmuyor! Hem seni istiyor ve hem de istemediklerini yapıyorum. Nefsim, dünyanın faniliğini bilse de dünyanın süslü püslü cilveleri karşısında bir anda mağlup olup uzaklaştırıyor beni senden. Tabi yüzümde oluyor onca günahtan sonra sana bırakma beni demeye, cüretim de yok ilahi aşk alevinde yananların edasını etmeye… Bu çelişkilerden kurtar ya Rabbi![1]

 

Neyse sorumuzun cevabına dönelim bütün bunlara rağmen ölümden korkmanın nedenlerinden bazıları şunlardır:

 

  1. İnsanların çoğu ölümü yokluk ve bitiş olarak yorumlamaktadır. Apaçık olduğu üzere insan yok olmaktan dehşet duyar. Eğer insan ölümü bu şekilde yorumlarsa, kesinlikle ondan kaçar. Bu yüzden hayatının en güzel anlarında bile ölüm fikri yaşam sevincini insana zehir eder ve sürekli insanı kaygılandırır.

 

  1. Bazı insanlar da ölümü yaşamın sonu bilmez ve ahirete inanır. Ancak kötü amelleri nedeniyle ölümden korkarlar; zira ölümü, kötü amellerinin sonuçları ile yüzleşmek olarak görürler. Bundan dolayı ilahî hesaptan ve amellerin karşılığını bulmaktan kaçmak için ellerinden geldikçe ölümü geciktirmeye çalışırlar.

 

Bir şahıs Hz. Peygamber’e (s.a.a) neden ölümü sevmiyorum diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.a), “Servetin var mı?” diye sorar. Evet der. Hz. Peygamber (s.a.a), “Ölmeden önce ondan bir şey yolladın mı?” diye sorar ve o şahıs hayır der. Hz. Peygamber (s.a.a), “İşte bundan dolayı ölümü sevmiyorsun.” buyurur.[2] Bu, İmam Ali’nin (a.s) hikmetli sözlerinden birinde bizi uyardığı şeydir: “Ahiret azığının azlığı, yolun uzunluğu, seferin uzaklığı, maksadın büyüklüğü ve güzergâhın azim olması ne kadar zordur!”[3]

 

 

  1. İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor: “Şahsın birisi Ebuzer’e neden ölümden korkuyoruz diye sorar. Ebuzer şöyle cevap verir: “Çünkü dünyayı bayındır ama ahretinizi viran ettiniz. Bayındır ettiğiniz noktadan viran ettiğiniz mekâna intikal etmeyi istememektesiniz.”[4]

 

Bu rivayetlerden istifade edildiği üzere ölümden korkma nedeni, ahiret için çabalamamak, ona teveccüh etmemek ve dünyaya yönelmektir. Bu ahiretin viran olmasına neden olur. İnsan, ölümün ahiret âlemine ayak basmak ve bu dünyadaki çabalarının karşılığını görmek olduğuna inanmalıdır. Bu inanç insanı şer’î ve insanî görevlerini yerine getirmeye yöneltir ve onun Allah’ın geniş rahmetine ümit duymasına neden olur. Böyle bir durumda insan ölümden korkmamakla birlikte, onu ilahî görüşmeye vesilesi olması sebebiyle sever ve ona aşk duyar. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ölüm müminin hediyesidir.”[5]

 

Müminlerin Emiri Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki Ebu Talip evladının ölüme olan ilgisi, süt emen bebeğin annenin sütüne olan ilgisinden daha çoktur.”[6]

 

Bu nedenle ölümden korkmamanın yolu ahirete teveccüh etmektir; çünkü Allah’a ve kıyamet gününe iman etmemek ve de ahireti unutmak ve onun için azık hazırlamamak ölümden korkmanın temel nedenlerindendir.

 

———————————————————————

[1] Rüstem Cafer Koç, Makaleler 2014.

[2] Şeyh Saduk, Hisal, tercüme-i Kumre-i, c. 1, s. 69, Tahran, 1. baskı, şemsi 1377.

[3] Temimî Amedî, Abdülvahid, Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim, s. 144, Defter-i Tebliğat-ı İslâmî, Kum, şemsi 1366.

[4] Ali Ekber Ahundî, Muhammed, c. 2, s. 458, Daru’l-Kütübi’l-İslamiyye, Tahran, 4. baskı, kameri 1407.

[5] Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 70, s. 171, Müessesetu’l-Vefa, Beyrut, kameri 1409.

[6] Nehcu’l-Beleğa, s. 52, 5. hutbe.

İletişim