“Müçtehitten Taklit Etmek”

Soru:  Taklit Nedir? Neden Taklit Etmeliyiz? Taklit’in Delilleri Nelerdir? Taklit edilecek Müçtehit nasıl olmalıdır? Taklitsiz amellerin durumu nedir? Niçin Müçtehide Taklit Etmeliyiz? Eğer taklit söz konusu ise Usul-u Dinde mi (İtikadi) yoksa Furuu dinde mi (fıkhi) veyahut her ikisinde demi müçtehide taklit etmeliyiz? Ayrıca buluğ çağına eren çocuklarımıza bu konuları nasıl anlatacağız? Kızım birkaç hafta sonra bulûğ yaşına erişecek, dolayısıyla taklit mercii seçmesi farz olacaktır; ancak bunu idrak etmesi zordur, bu durumda yapılması gereken nedir? Detaylı bir şekilde açıklarsanız seviniriz?

 

Kısa Cevap

Müslümanın Usûl-i Din (dinin temel inançları) hususundaki inancı (taklidi değil) delile dayalı olmalıdır.

Ancak dinin zarurî [Müslümanların hepsinin kabullendiği tartışma götürmeyen kesin] hükümleri dışında ya müçtehit olup hükümleri delillerden çıkarabilmeli ya bir müçtehidi taklit yani onun emirlerine göre hareket etmeli ya da üzerine düşen görevini yerine getirdiğinden emin olabilecek bir şekilde ihtiyat etmelidir; örneğin müçtehitlerden bazılarının görüşüne göre haram, bazılarının görüşüne göre de haram olmayan bir ameli yapmamalı ve yine bazılarına göre farz ve bazılarına göre müstehap bilinen bir ameli de yapmalıdır. Böylece müçtehit olmayan ve ihtiyata uyamayan kimselerin bir müçtehidi taklit etmeleri gerekir.

Kısacası bir birey buluğ çağına erişir erişmez füruu din konularında (fıkhi konularda) eğer kendisi müçtehit değilse mutlaka bir müçtehitten taklit etmesi gerekmektedir.

 

Ayrıntılı Cevap:

Taklit (Arapça: تقلید) İslam’da mükellef bir Müslümanın dinin ameli hükümlerinde ve fıkhi konularda bir müçtehidi takip etmesi ve ona uyması anlamına gelen fıkhi bir terimdir. Usul-u dinde taklit caiz değildir ve kişi araştırma ve incelemeyle usul-u dine iman etmelidir. Ahkâmda ya kendisi müçtehit olmalı veya ihtiyata amel etmeli yahut kendisine müçtehit veya taklit merci denilen fıkıh alanında uzman bir kişiye uymalı ve taklit etmelidir.

 

Şia Mezhebinde Taklidin Geçmişi

 

Şia mezhebinde taklit İmamların (a.s) asrında başlamıştır. İmamlar (a.s) takipçilerini hadis ravilerine[1] veya Zürare bin A’yan, Yunus bin Abdurrahman, Aban bin Tağlib, Zekeriya bin Adem, Muhammed bin Müslim ve Ebu Basir gibi yakın yaranlarına yönlendirmekteydiler[2] ve bazen de ashabı camilerde ve umumi merkezlerde fetva vermeleri ve halkı irşat etmeleri için teşvik etmekteydiler.[3] İmamların çağında taklidin ortaya çıkması ve İmamların bu işe teşvik etmesinin nedeni şehirlerin uzak olması, halkın yolculuk yapması için imkanlarının olmaması ve sonuç olarak İmamlara (a.s) ulaşmalarının zorlukları, bir çok alanda takiyenin olması ve sonuçta kişisel sorunların ortaya çıkması, imamlara doğrudan müracaat edilmesi durumunda yaşanan zorluk ve sıkıntılardır. Küçük gaybet döneminde şeri hükümlerde taklide ihtiyaç daha çok hissedilmeye başlandı. İmam Mehdi’nin (a.s) tevkisinde yeni mevzuların hükümlerini öğrenmek için merci olarak kendine has şartları ile fakihler gösterilmiştir.[4] Büyük gaybet döneminde de taklit konusu devamlı Şialar arasında süregelmiştir.

 

Taklidin Caiz Olduğunun Delilleri

Şia fakihleri, ameli hükümlerde müçtehit birini taklit etmeyi caiz bilmektedir. Taklidin cevaz ve farz oluşunun delilleri Kur’an, hadis, akıl ve icmadır.

 

1- Akli Deliller

Akli olarak mükellef haram bir şeyi yaptığında veya farz bir şeyi terk ettiğinde uhrevi azaba duçar olacaktır. Dolayısıyla mükellefi bu uhrevi cezadan kurtarması için bir delil ve dayanak bulması gerekmektedir. Bu hüccet ve delil; içtihat, ihtiyat ve taklit yolu olmak üzere üç şekilde hâsıl olabilir.[5] Şu şekilde ki taklit yanında bulunan iki diğer (ihtiyat ve içtihat) yolla tahyiri vaciptir ve mükellef taklit yoluyla, şeri hükümlerini öğrenebilir. Bu durumda içtihat onun için mümkün olmazsa, taklit tayin-i vacip olur.[6]

2- Kur’an-i Deliller

Kur’an’da iki tür taklitten bahsedilmiştir: Beğenilmeyen ve beğenilen taklit. Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde, şirk liderlerini, müstekbirleri ve taassup ve cehalet üzerine ataları taklit etmek istenmeyen ve kınanmış taklit çeşitlerindendir. Yine Kur’an, usul-u dinde körü körüne taklit etmeyi cahilce bir iş ve akıl dışı bilmektedir. Tövbe suresinin 31. Ayetinde Yahudilerin dini önderlerini sorgusuz sualsiz ve gözü kapalı bir şekilde takip ve taklit etmelerini kınamıştır.[7]

 

Müfessirler ve fakihler, caiz ve beğenilen taklit hakkında da bazı ayetleri zikretmişlerdir. Örnek olarak, Tövbe suresinin 122. Ayeti, din konusunda tefakkuh için sefere çıkılmasının farz olduğuna delalet etmektedir. Ve yine âlim olmayanların âlim ve fakih olanları taklit etmeleri de Kur’an-i delillerdendir. Onlara göre İslam hükümlerini öğrenmek ve başkalarına öğretmek, füruu din konularında ve onların takip edilmesinin zorunluluğu taklidin kendisidir.[8] Müfessirler Nahl suresinin 43. Ayeti: “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.” Ve yine Enbiya suresinin 7. Ayetlerini: “Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.” de taklidin zaruretine ve âlim ve müçtehitlere rücu edilmesine yorumlamışlardır. Allame Tabatabai, bu ayetin külli ve akli bir asıl olduğunu belirtmiş ve âlim olmayanların âlim olanlara rücu etmelerine yorumlamıştır.[9]

 

3- Hadis Delilleri

İmamiye fakihlerinin taklidin caiz olduğuna dair ortaya koydukları hadisler birkaç kategoriye ayrılmaktadır:

 

İmam Hasan Askeri’den (aleyhi selam) nakledin bir hadiste taklit kelimesi veya türevleri hadiste bizzat geçmektedir. Hadis şudur: “Fakihlerden nefsini ve dinini koruyan, heva ve hevesi karşısında durabilen ve Allah’ın emirlerine itaat eden kimselere avam halkın taklit etmesi gerekir.”[10]

 

İmamların (a.s) Şiaları hadis ravilerine yönlendirdiği hadisler. Örneğin İmam Mehdi’nin (a.s) tevkisi.[11]

 

İmamların (a.s) kendi takipçilerini dini hükümler için belirli kişilere yönlendirdiği hadisler.[12]

 

İmamların (a.s) kendi yaranlarını halk için fetva vermeye teşvik etmeleri veya verdikleri fetvaları teyit ettiklerini ortaya koyan hadisler.[13]

 

İlimsiz fetva vermek veya kıyas ve kişisel görüşe dayanan fetvalardan kaçınılmasını ortaya koyan hadislerin[14] imamlar (a.s) tarafından sadır edilmesinin anlamı, şeri deliller esasına göre fetva vermenin caiz olduğudur.[15]

 

 

 

4- İcma (Âlimlerin Görüş Birlikteliği)

İcma veya fakihlerin görüş birliği, şeri hükümlerde taklidin caiz olduğuna bir başka delildir. Şöyle ki tüm Şia fakihleri mükelleflerin ya içtihat seviyesine ulaşmalarını veya bu dereceye ulaşan birine taklit etmeleri gerektiğini ve bu şekilde şeri hükümleri öğrenmelerini zorunlu bilmektedirler.[16] Bilindiği gibi icma, Şia fıkıh kaynaklarından biridir.

 

 

 

Taklitsiz Amel

Taklit, amellerin sıhhat şartı değildir, bilakis sahih bir amel için bir yoldur. Dolayısıyla nitekim müçtehit olmayan bir kişi müçtehit birisine taklit etmezse (veya doğru bir kriterle müçtehidini seçmezse) eğer yaptıkları ameller şartlara haiz bir müçtehidin fetvaları ile uyumlu ise, ameli sahih sayılır. Bundan dolayı geçmişte yaptıkları amellerinin sahih olup olmadığını öğrenmek için şimdiki yaşayan müçtehitlerden birini sahih kriterle seçmelidir. Namaz, oruç vb. gibi birçok genel şeyler tüm müçtehitlerin fetvalarında müşterektir ve eğer geçmişte yaptıkları ameller onların fetvaları ile uyumlu olarak yapılmışsa iade etmeye gerek yoktur. İhtilaflı cüzi konularda ise fiili müçtehidine başvurmalıdır.[17]

 

  • İmam Humeyni’nin Fetvası: Amellerini bir müddet taklit etmeden yapan bir mükellefin amelleri, ancak gerçek mükellefiyetine amel ettiğini anlaması ya da amelleri, önceden taklit etmesi gerektiği müçtehidin fetvalarına veya fiilen taklit etmesi gereken müçtehidin fetvalarına uygun olması durumunda sahihtir. (İmam Humeyni, Tam İlmihal, 14. Hüküm.)

 

  • Ayetullah Sistani’nin Fetvası: Amellerini bir müddet taklit etmeden yapan bir mükellefin amelleri, gerçeğe uygunsa veya şu anda taklit edebileceği müctehidin fetvalarına uygun olursa doğrudur. Bunun dışında eğer kasır cahil ise ve yanlış yaptığı ameller rükûn ve rükûn gibi değilse sahihtir. Ama cahilliği kendi hatasından dolayı ise ve yanlış yaptığı ameller; bilmeyerek yapıldığında doğru olan amellerden ise, örneğin; sesli namaz kılması gerekirken sessiz olarak kılmışsa veya tersine, amelleri sahihtir. (Ayetullah Sistani, Tam İlmihal, Hüküm 12)

 

 

 

 

 

İmam Humeyni’nin Taklit Nedir? Taklit edilecek Müçtehit nasıl olmalıdır? Sorusu noktasındaki fetvası:

 

  • Müslüman’ın Usûl-i Din (dinin temel inançları) hususundaki inancı basiret ve delile dayalı olmalıdır. Dinin temel inançlarında taklit edemez. Yani temel inançlarda başka birinin sözünü, o söylediği için kabul edemez. Ama bir kimsenin Hak İslami inançlara yakini olur ve bunu da açıkça söylerse, bu inanç basiretle olmasa bile, o şahıs Müslüman ve mümin sayılır. Bütün İslam ve iman hükümleri de onun hakkında geçerlidir.

Ancak dinin zarurî [Müslümanların hepsinin kabullendiği tartışma götürmeyen kesin] hükümleri dışında ya müçtehit olup hükümleri delillerden çıkarabilmeli ya bir müçtehidi taklit etmeli; yani onun emirlerine göre hareket etmeli ya da üzerine düşen görevini yerine getirdiğinden emin olabilecek bir şekilde ihtiyat yoluyla amel etmelidir. Örneğin müçtehitlerden bazılarının görüşüne göre haram, bazılarının görüşüne göre de haram olmayan bir ameli yapmamalı ve yine bazılarına göre farz ve bazılarına göre müstehap bilinen bir ameli de yapmalıdır. Böylece müçtehit olmayan ve ihtiyata uyamayan kimselerin bir müçtehidi taklit etmeleri gerekir.

 

  • Hükümlerde taklit etmek; bir müçtehidin fetvalarına göre amel etmek demektir. Taklit edilecek müçtehit erkek, bulûğ çağına ermiş, akıllı, Şia-i İsna Aşeriyye (=İmamiyye Şiası), helâlzade, hayatta ve adil olmalıdır. Adil ise; üzerine farz olan farizeleri yerine getirip, ona haram olan şeylerden sakınan kimsedir. İnsanın görünüşte adil olması bunun belirtisidir; öyle ki onunla aynı yerde yaşayan halktan, komşularından veya onunla ilişkili olan kimselerden onu sorduklarında, iyi bir insan olduğunu tasdik ederler. İhtiyaç duyulan meselelerde müçtehitler arasında görüş farklılığı olduğu bilindiği taktirde, insanın taklit ettiği müçtehit a’lem olmalıdır. Yani Allah’ın hükümlerini anlamada kendi zamanının müçtehitlerinin hepsinden daha bilgili olmalıdır.[18]

 

Ayetullah Sistani’nin Taklit Nedir? Taklit edilecek Müçtehit nasıl olmalıdır? Sorusu noktasındaki fetvası:

 

Hüküm 1- Müslüman’ın Usûl-i Din (dinin temel inançları) hususundaki inancı basiret ve delile dayalı olmalıdır. Dinin temel inançlarında taklit edemez. Yani temel inançlarda başka birinin sözünü, o söylediği için kabul edemez. Ama bir kimsenin Hak İslami inançlara yakini olur ve bunu da açıkça söylerse, bu inanç basiretle olmasa bile, o şahıs Müslüman ve mümin sayılır. Bütün İslam ve iman hükümleri de onun hakkında geçerlidir.

Ancak dinin zarurî [=Müslümanların hepsinin kabullendiği tartışma götürmeyen kesin] hükümleri dışında ya müçtehit olup hükümleri delillerden çıkarabilmeli ya bir müçtehidi taklit etmeli; yani onun emirlerine göre hareket etmeli ya da üzerine düşen görevini yerine getirdiğinden emin olabilecek bir şekilde ihtiyat yoluyla amel etmelidir. Örneğin müçtehitlerden bazılarının görüşüne göre haram, bazılarının görüşüne göre de haram olmayan bir ameli yapmamalı ve yine bazılarına göre farz ve bazılarına göre müstehap bilinen bir ameli de yapmalıdır. Böylece müçtehit olmayan ve ihtiyata uyamayan kimselerin bir müçtehidi taklit etmeleri gerekir.

 

2- Hükümlerde taklit etmek; bir müçtehidin fetvalarına göre amel etmek demektir. Taklit edilecek müçtehit erkek, bulûğ çağına ermiş, akıllı, Şia-i İsna Aşeriyye (=İmamiyye Şiası), helâlzade, hayatta ve adil olmalıdır. Adil ise; üzerine farz olan farizeleri yerine getirip, ona haram olan şeylerden sakınan kimsedir. İnsanın görünüşte adil olması bunun belirtisidir; öyle ki onunla aynı yerde yaşayan halktan, komşularından veya onunla ilişkili olan kimselerden onu sorduklarında, iyi bir insan olduğunu tasdik ederler. İhtiyaç duyulan meselelerde müçtehitler arasında görüş farklılığı olduğu bilindiği taktirde, insanın taklit ettiği müctehit a’lem olmalıdır. Yani Allah’ın hükümlerini anlamada kendi zamanının müctehitlerinin hepsinden daha bilgili olmalıdır.[19]

Kısacası: Kişinin ilahi emirlere amel etmesinin üç yolu vardır:

Bir müçtehit hastalığında nasıl uzman bir doktora gidip muayene oluyorsa doktor ve diğer insanlarda dini konularında müçtehide uymalıdır.

 

 

 

[1] Hürrü Amuli, c. 27, s. 137, 140, 142, 149, 150.

[2] Hürrü Amuli, c. 27, s. 140, 142, 145, 147, 148.

[3] Neccaşi, s. 10.

[4] Hürrü Amuli, c. 27, s. 140; Rahman Sitayeş, Danışname Cihan İslam, taklit maddesi.

[5] Bahru’l Ulum, s. 46; Garevi Tebrizi, c. 1, s. 1, 2.

[6] Muhsin Hekim, c. 1, s. 6; Garevi Tebrizi, c. 1, s. 8.

[7] Tefsiri Numune, c. 7, s. 365.

[8] Garevi Tebrizi, c. 1, s. 65; Tefsiri Numune, c. 8, s. 193.

[9] El-Mizan, c. 12, s. 259.

[10] Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 184.

[11] Vesailu’ş Şia, c. 27, s. 140.

[12] Vesailu’ş Şia, c. 27, s. 143, 144, 146, 148.

[13] Vesailu’ş Şia, c. 27, s. 148, 149.

[14] Vesailu’ş Şia, c. 27, s. 30, 31, 35, 62.

[15] Ahunt Horasani, s. 473.

[16] Şehit Evvel, c. 1, s. 41.

[17] http://porseman.mihanblog.com/post/614.

[18] İmam Humeyni, Tam İlmihal, 1 ve 2. Hükümler.

[19] Ayetullah Sistani, Tam İlmihal, Hüküm 1 ve 2.