“Sonra münezzeh olan Allah yerin sarpından ve yumuşağından, tatlısından ve tuzlusundan toprakları bir araya topladı, suyla karıştırıp halis bir kıvama getirdi, nemlendirerek yapışkan hale getirdi. Bundan yönleri, ilişik yerleri, organları ve bölümleri olan bir suret yarattı. Pekinleşinceye kadar kurutmuş, belli ve sınırlı bir süre sıklaştırmıştır. Sonra O’na ruhundan üfleyince kendini idare edecek zihni, tasarrufta bulunduğu fikirleri hizmetinde kullandığı organları ve bölümleri olan bir suret yarattı. Pekinşleşinceye kadar kurutmuş, belli ve sınırlı bir süre sıklaştırmıştır. Sonra O’na ruhundan üfleyince kendini idare edecek zihni, tasarrufta bulunduğu fikirleri, hizmetinde kullandığı organları, evirip-çevirdiği araçları; hak ile batılı, tatları, kokuları, renkleri ve türleri ayıran bir bilgisi olan bir insan oluverdi.

Sonra münezzeh olan Allah-u Teala Adem’i rahatça ve güzel bir şekilde yaşayabileceği bir diyara yerleştirdi. Çevresini güvenli kıldı. Adem’i İblis’e ve düşmanlığına karşı uyardı. Ama düşmanı, onu bulunduğu yerden ve iyilerle dostluğundan kıskandığı için aldattı. Böylece yakinini şekke, kararlılığını gevşekliğe değiştirdi; sevincini korkuya, kandırılmasını pişmanlığa dönüştürdü. Sonra münezzeh olan Allah O’na geniş tövbe kapısını açtı. Rahmet sözünü telkin etti. Cennetine dönüşü vadetti. O’nu neslin çoğaldığı imtihan yurduna indirdi.[1]

 

İmam Ali’nin (a.s) bu sözlerinde geçen yaratılış ile ilgili sahneler yıllarca okuduklarımın eşliğinde hemen canlanıverir. Allah Adem’i yarattı ve O’ndan Havva’yı yarattı ve onlardan dünyaya gelen yüzlerce nesil ve milyonlarca insan…

 

Çok kıymetli bir alimden insanın yaratılmasıyla ilgili o iki cümleyi duyana kadar Allah’ın insanı yaratması ile ilgili düşüncelerim hep aynı kaldı. “Allah ilk insanı yarattı ve O’ndan da diğer insanları…’’ Allah (c.c) meleklerin bilmediği bir hikmet üzere insanı yaratmak istediği için yarattı ve belli bir süre için dünyaya gönderdi.

 

Alimin sözleri şöyleydi: “Yüce Allah’ın bizi yaratması bize bir lütuftur. Yaratılmamak korkunç bir ıstıraptır.” Yaratılmamanın ıstırabını düşünmeye çalıştım. Düşündüm, düşündüm, düşündüm… Yaratılmamanın ıstırabı nasıl bir şey? Bu sınırlı aklımla bunu derk etmemin imkansızlığını anladım. Bu duyguyu hissedemedim ama yaratılmış olma duygusu ve bunu Rabbimin bana lütfetmesi beni tarifi imkânsız bir şekilde mutlu etti. Kâinatın tek maliki olan Allah (c.c) her şeyin arasında beni de saymış, seçmiş…Rabbim bana lütufta bulunmuş ve beni yaratmışsın. Demek ki yaradanım beni seviyor. Bana kıymet vermiş ki beni yaratmış. Düşündükçe kalbimde bir huzur, bir mutluluk ve bir şükran duygusu oluşuyor.

 

Rabbim! Sana hamd-u senalar olsun ki beni yaratma lütfunda bulundun. Bu duyguyla bir ömrü secde ederek sana şükür mü etsem? Bedenimin her zerresiyle ömrümü secde halinde geçirsem sana hakkıyla şükretmenin yerini tutar mı? Hayır hayır bu şükrü tabiattaki her nesne zaten yapıyor. Öyle ya Yüce Rabbim Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde buna işaret ediyor.

 

“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih ederler. O, üstündür ve hikmet sahibidir.”[2]

 

Üstelik benim onlardan farklı ve birçok artı yönüm, düşünen, fark eden, irdeleyen, çözüm üreten ve uygulayan bir aklım var. Bu yönümle de Yaradanım bana lütufta bulunmuş. Benim, bütün bir ömrünü sabit bir mekânda su, toprak ve güneşle büyüyen, gelişen, meyve veren, en güzel zikrini bu haliyle yapan ağaçtan farkım olmalı. Benim hayattaki tek hedefi acıktığında karnını doyuran, belli bir süreye kadar yavrularını besleyip büyüten ve kendine uygun bir yaşam alanında ömrünü tüketen hayvandan da farkım olmalı.

 

Benim fıtratımda onlarda olmayan birçok özelliğim var. İyiyi kötüden ayırabilme ve iyiye meyletme. Benim fıtratımda mücadele edebilme, zoru başarabilme, yardım etme, azmetme, irade etme, gayret gösterme gibi sayısız birçok özelliğim var. Bunları da Rabb’im bana lütfetmiş.

 

 Öyleyse ben şükrümü çok daha farklı bir şekilde yerine getirmeliyim. Bana lütfedilen ömür sermayemi tüketirken, tükettiğim sermayenin kıymetini bilmeliyim, mücadele sahnesinde ayağıma takılan taşların, beni güçlendirmek için Yaradanımın gönderdiği mücadele malzemesi olduğunu bilmeli ve bu bilinçle şükretmeliyim. Sorunlarımın beni büyütmek için, beni güçlendirmek için, direncimi arttırmak ve maneviyatımı sarsılmaz kayalar gibi perçinlemek için O Yüce Rabb’imden geldiğini bilmeliyim. Demek ki Rabb’im beni eğitiyor, bilinmeyen dünyanın zor şartlarına evladını hazırlayan bir anne gibi, öğrencisini bilgi ve beceri yönünden güçlendirip disipline eden bir eğitmen gibi…

 

Bu sefer karşılaştığım sorunlara bakışım değişmeye başlıyor. Benim kemal yolunda adımlarımı atabilmem için eğitilmem gerekli. Eğitilmem için de tabi ki sorunlar, problemler, sıkıntı ve dertler olmalı ve de ben bunlarla Rabb’imin rızasından uzaklaşmadan baş etmeliyim.

 

Hayat zorlukları beni yıldırmak yerine beni güçlendirmeli. Tıpkı bir sporcunun karşılaşma öncesi kendini ruh ve beden olarak güçlendirmek için çalışması, yorulması, alın teri dökmesi gibi. Tıpkı zirveye ulaşmak isteyen bir dağcının tırmanma sırasında karşılaştığı her engeli aşmak için gösterdiği gayretten lezzet alması gibi…

 

Sorunlarımla mücadele ederken Yaradanımın beni eğittiğinin farkında olacak şekilde lezzet almalıyım. Bu hal ile kendimle ve Rabb’imle barışık, her an O’nun huzurunda olma bilinciyle kulluğumu arz etmeli, O’ndan yardım istemeli, güç almalı ve güçlü olmalıyım. Bu bilinçle şükretmeli ve O’nu zikretmeliyim.

 

Sana sonsuz Hamd-u senalar olsun Rabb’im bana varlık bahşettiğin ve kulluk lütfettiğin için. Beni bir an bile yalnız bırakmadığın, elimden tuttuğun, yolumu açtığın, yardımlarını ve nimetlerini bahşettiğin için.

 

Sonsuz lütfundan yine dileniyorum sana layıkıyla kulluğumu arz edebilmek için. Ne olur beni ve sevdiklerimi ve senin sevdiklerini ve seni sevenleri son nefesimize kadar sana hakkıyla kulluk edebilme çaba ve gayreti içinde eyle. Amin…

 

FİLİZ ARAS

 

——————————————————————————————————

[1] Seyyid Razi, Nehcü’l Belağa 1. hutbeden alıntı.

[2] Hadid Suresi 1. Ayet.

İletişim