Öğrenciler sınıfa girmiş Felsefe hocasını bekliyorlardı. Hoca önceden bugün işlenecek derste konunun Allah’ın varlığı hakkında olduğunu söylemişti. Ondan dolayı bütün öğrenciler dersi can kulağıyla dinlemeye hazırlardı.

 

Hoca sınıfa girdi ve öğrencilere şöyle sordu: “Acaba bu sınıfta Allah’ın sesini duyan biri var mı?”  Bu soru üzerine şaşıran öğrencilerden ses çıkmadı ve hiç kimse cevap vermedi.

 

Sessiz kalındığını gören öğretmen ikinci bir soru yöneltti: “Acaba bu sınıfta Allah’a dokunan biri var mı?” İlk sorunun şaşkınlığını üzerinden atmayan öğrenciler bu soru karşısında da sessiz kaldılar ve yine kimse cevap vermedi.

 

Bu sessizlikten güç olan Felsefe hocası şöyle bir soru daha sordu: “Acaba bu sınıfta Allah’ı gören biri var mı?” Bu kez de sessizlik bozulmadı ve yine kimse cevap vermedi.

 

Bu defa da öğrencilerden ses çıkmayınca öğretmen katiyetle ve emin bir şekilde bu sorular neticesinde şöyle bir sonuç aldı: “Bu söylediklerimizden de anlaşıldığı üzere Allah yoktur.” 

 

Öğrencilerin yaşadığı şaşkınlık Felsefe hocasının aldığı bu şaşırtıcı sonuçtan bin kat daha arttı. Şaşkın şaşkın birbirlerine bakıştılar. Her biri birimiz konuşalım der gibi birbirlerine bakıyordu. Hiç kimse hocanın bu çıkarımını, aldığı neticeyi ve getirdiği delilleri onaylamıyordu.

 

Öğrencilerden biri parmak kaldırarak konuşmak için izin istedi. Öğretmen konuşması için izin verince öğrenci yerinden kalkıp sınıf arkadaşlarına şöyle sordu: “Arkadaşlar acaba bu sınıfta Felsefe hocamızın aklının/zihninin sesini duyan biri var mı? Bu soru karşısında öğrencilerden bir cevap çıkmadı.

 

Bunun üzerine öğrenci hocasına ve arkadaşlarına bakarak ikinci bir soru yöneltti: “Arkadaşlar acaba bu sınıfta öğretmenimizin aklına/zihnine dokunan biri var mı? Öğrencilerden yine bir cevap gelmedi. Bu esnada hoca da sessizliğe bürünmüştü.

 

Zeki ve Allah inancına sahip olan öğrenci bu sefer üçüncü sorusunu yöneltti: “Arkadaşlar acaba bu sınıfta öğretmenin aklını/zihnini gören biri var mı?

 

Üçüncü kez de kimseden cevap gelmeyince, öğrenci arkadaşlarına ve Felsefe hocasına bakarak şöyle netice aldı: “Bu delil ve söylediklerimizden anlaşıldığı üzere Felsefe hocamızın aklı ve zihni yoktur.”

 

“Hamd Allah’a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler, sayıcılar nimetlerini sayamazlar, çalışıp çabalayanlar hakkını eda edemezler. Yüce himmetler O’nu derk edemez, akıl-zekâ denizine dalanlar O’na erişemez. O’nun sıfatlarının belli bir sınırı yoktur. Bir vasfı mevcut değildir. Sayılı bir vakti, uzatılmış, bir süresi yoktur. Yarattıklarını kudretiyle yaratmış, rüzgârları rahmetiyle estirmiş ve yarattığı yeryüzünü kayalarla perçinlemiştir.

 

Dinin evveli O’nu tanımak, O’nu tanımanın kemali O’nu tasdik etmek, O’nu tasdik etmenin kemali O’nu bir bilmek, O’nu bir bilmenin kemali, O’na karşı ihlâslı olmaktır. O’na karşı ihlâslı olmanın kemali, O’ndan sıfatları nefyetmektir. Zira her sıfat mevsuftan (sıfat sahibinden) ayrıdır. Hakeza her mevsuf da sıfattan ayrıdır.

 

Dolayısıyla Allah’ı tavsif eden O’nu başkasına eşlemiş olur. O’nu eşleyen O’nu ikilemiş olur. O’nu ikileyen O’nu tecezzi etmiş (cüzleri ayırmış) olur. O’nu tecziye eden O’nu tanımamış olur. O’nu tanımayan O’na işaret eder.

 

O’na işaret eden O’nu sınırlamış, mahdut kılmış olur. O’nu mahdut kılan O’nu saymış olur. “Neyin içindedir?” diyen O’nu bir şeyde sanır. (O’na mekân isnat eder.) “Neyin üstündedir?” diyen yerleri O’ndan boş bilmiş olur.

 

Allah sonradan olmaksızın vardır. Mevcuttur; yokluğu tatmaksızın. Her şey iledir; eşleşmeksizin. Her şeyden başkadır; ayrılmaksızın. Faildir, hareket ve alet olmaksızın. Basir’dir (görendir); yaratıklarından görülen yokken. Tektir; kendisiyle varlığında ünsiyet edineceği ve yokluğunda dehşete kapılacağı birisi olmaksızın.

 

Yaratmaya koyuldu, yarattı, öyle bir yaratma ki!.. Öyle ki âlemi önceden düşünüp kurmadan, hiç bir tecrübeden istifade etmeden, harekete girişmeden ve ıstıraba düştüğü bir amacı olmadan yarattı. Her şeyi vaktinde yarattı, birbirinden farklı şeyleri yakınlaştırdı/uzlaştırdı. Her şeyde bir kabiliyet ve tabiat yarattı. Suret ve şeklini düzdü, koştu. Her şeyi olmadan bilendir. Eşyayı sınırları ve sonlarıyla (tümüyle) ihata eden/kuşatandır. Eşyanın nefsini ve şeklini (iç ve dış yüzlerini) bilendir…”[1]

 

İlim ve Marifet Sitesi Tercüme Grubu

 

Kıssadan Hisse; Kuaför ve Allah yazısını okumak için TIKLAYINIZ 

Kıssadan Hisse; Elhamdulillah yazısını okumak için TIKLAYINIZ

 

——————————————————————————————————

[1] Nehcu’l Belağa, Seyyid Razi, Birinci Hutbe.