Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

 

İnsanlığın Allah’a inanma ihtiyacının giderek arttığını hissettiğimiz günlerde yaşıyoruz. İnanma, tapınma, kendinden daha üstün ve yüce gördüğü varlığı büyük bilme ve onu takip etme isteği aslında insanın fıtratından gelen bir ihtiyaçtır. İnsan bu ihtiyacını karşılamak için her zaman ve çağda çaba içinde olmuştur. Bazıları kendi elleriyle yaptıkları putlara, bazıları ateşe, bazıları güneşe, aya tapmışlardır.   Bizi yoktan var eden, sahip olduğumuz her şeyi yaratan ve bizim hizmetimize sunan, bizi kendimizden iyi tanıyan, hayrımızı düşünen ve bizi kendimizden daha çok seven çok merhametli Rabbimiz, bize bu tapınma fıtratını verirken neye nasıl tapmamız gerektiğini de gönderdiği nebi ve resulleri ile bildirmiştir.

 

Eğer bu fıtratı verip bizi yönlendirmeseydi adaletsizlik olurdu. Oysa ki bizim ALLAH’ımız adildir ve bizi bu konuda yalnız ve başıboş bırakmamıştır. Fakat insanlık tarihine baktığımızda insanların çoğunluğu bu fıtri ihtiyacına cevabı yanlış adreslerde aramıştır, doğru kişiler yani peygamberler karşılarına çıktığında ise, fıtratlarını temiz bir şekilde koruyabilenler hariç, peygamberleri inkâr ve yalanlama yoluna gitmişlerdir. Çünkü bozulan fıtrat yerini artık nefsin makam, iktidar ve şöhret sevgisine bırakmıştır. Çünkü insan fıtratı boşluk kabul etmiyor, eğer doğru adresi bir türlü bulamıyorsa sahte düzmece ilahlar edinmeye başlıyor. Doğru adresi bulamaması da aslında yine kendinden kaynaklanıyor. Yani insanın kendi bencilliği, hırsları kör ve sağır yapıyor. Bu iş son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.a.) e kadar bu şekilde olagelmiştir.

 

Günümüze geldiğimizde ise bu fıtri ihtiyacın hiçbir zaman değişmediğini görüyoruz. Her kesimden, her yaştan insanlar artık güncel sohbetlerinde  Allah, adalet, hak, din kavramlarını konuşuyor, zaman zaman tartışıyor. Bunun farkında olan batıl cephesi ise bu gidişattan duyduğu rahatsızlık nedeniyle yaptığı eylemlerle  insanların hakka yönelmesini engellemeye çalışıyor. Tarih boyu bu hak batıl mücadelesi hep böyle olagelmiştir.  İnsanlık tarihini de aslında Allah tarafından gönderilen peygamberler oluşturmuştur.

 

Yani hak tarafı olan peygamberler insanlara ulaşmaya çalıştıkça batıl cephesi sürekli bir yeni tavır geliştirerek insanları kandırmaya çalışmışlardır. Bugünün dünyasında ise durum biraz daha farklılaşmaktadır. Batıl artık sadece kandırma yolu ile yetinmiyor ve açıkça ve doğrudan küfrünü, nefretini ve kinini ortaya koyuyor. Aslında bu şekilde yaparak farkında olmadan hakka hizmet etmiş oluyor. İnsanlar Allah’a ve dine daha çok meylediyor.  

 

Bizde bu ihtiyaca binaen ve bu günlerin kutlu doğum haftası olması sebebiyle Üstad Ayetullah Cevadi Amuli‘nin “Rahmet Peygamberi” adlı kitabı tanıtmaya karar verdik. Çünkü yüce rabbimiz olan ALLAH son peygamber olan bizim peygamberimizi sadece Müslüman olanlara değil hatta sadece insanlığa değil ALEMLERE RAHMET olarak gönderdiğini ve her varlığı O’nun hürmetine yarattığını bize bildirmiştir. Bu bilginin kendisi bir insan ömrünü RAHMET PEYGAMBERİMİZİ tanımaya sarf etmek için yeterli ve kayda değer bir bilgidir.

 

Kitap, Üstad’ın kaleminden ve o büyük ruhundan çıktığı için olsa gerek, alanında ciddi bir boşluğu dolduran ve ihtiyacı karşılayan bir eserdir.

 

Eser 3 ana bölümden meydana geliyor:

 

1. BÖLÜM: Peygamberlerin Ortak Özellikleri

2. BÖLÜM: Peygamberlerin Mertebeleri ve Hz. Peygamber’in Üstünlüğü

3. BÖLÜM: Peygamberin Tevhidi Sîreti

 

Bu bölümlerde kendi içinde çeşitli konu ve bölümü oluşturarak pek çok konuyu aydınlığa kavuşturuyor. Şimdi kitabın bölümlerinden yapacağımız alıntılarla kitaba bir bakış atmak istiyoruz.

 

Birinci Bölüm: Peygamberlerin Ortak Özellikleri:

 

Peygamberler ve varlığın değişmez ilkeleri hakkında:

 

     “…Varlık alemi, Allah’ın mahluku ve tecelligâhıdır. O’nun renginden başka bir renge bürünmez. O’nun rengi, peygamberlerin ve evliyanın ilmi ve ameli hayatında ortaya çıkan hak ve adalettir.”

 

     “…Peygamberlerin ortak sîretleri , beşeri toplumun sürekli bir şekilde geçmişle, şu anla ve gelecekle bağını kurar.”

 

     “…Tekvin aleminde bazen hak hüküm sürer, bazen de batıl; yönetim erki, bir dönem peygamberlerin elinde, diğer bir dönem tağutların elindedir gibi bir durum yoktur. Görünüşte yönetimler el değiştirirse de varlık düzeni hak üzerinde kuruludur ve batıl, yaratılışın tertemiz tarlasında yeşeren, sürekli yok olmaya mahkûm olan yabani bir ot gibidir.”

 

     “…Allah Teala, gaybi yardımlar vasıtasıyla, insanların cehaleti olmadan direk şekilde Kur’an’ın hürmetini, küfrün ve nifakın tehlikesine karşı koruyabilir, ama insanları sınamak için, bu meşalenin onların elinde sönmeden kalmasını dilemiştir.”

 

Peygamberlerin masumiyeti hakkında:

 

    “…Masumiyet, masum kişinin ihtiyarını, iradesini ortadan kaldırmaz. Sezgisel bilgisiyle olayın sonucunu, içyüzünü ve hakikatini gördüğü için masum kişi, kendi iradesiyle kötülüğe, çirkinliğe yaklaşmaz ve hataya düşmez.”

 

     “…Peygamberler, hem günahın içyüzünü tanırlar hem de gaflet ve unutkanlığa düşmezler. Onların cismi, yorgunluk nedeniyle uykuya girer, ancak canları unutkanlık ve uyku ehli değildir.”

 

     “…Masumiyet melekesi, kişinin sahip olduğu kuvveleri ortadan kaldırmaz bilakis, kuvvelerin gereksinimlerini sağlar. …Her kuvve ya da yetinin helâl veya haram yoldan sağlayabileceği bir gereksinimi vardır. …Peygamberler doğal yetileri bastırmadan sadece harama giden yolu kapattılar ve helâl ile de insandaki yetilerin gereksinimlerine cevap verdiler.”

 

İkinci Bölüm: Peygamberlerin Mertebeleri ve Hz. Peygamberin Üstünlüğü:

 

      “…Andolsun, peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık.”[1]

 

     “…Her peygamberin manevi şahsiyeti, makamı ve ilmi derecesi getirdiği semavi kitapta ortaya çıkar. Başka bir deyişle, her peygamberin semavi kitabı onun şahsiyetinin tecellisidir. … İslam peygamberinin makamı Kur’an’ın seviyesindedir. Kur’an ise, Tevrat, İncil ve diğer semavi kitaplar üzerinde denetleyici ve gözetleyici olan müheymin ve üstün bir konuma sahiptir.”

 

Hz. Peygamberin ilahi sevginin mihveri olması konusunda:

 

     “…Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) ilahi sevginin ekseni kılınmasının nedeni, O’nun ister müminler ister ümmiler olsun beşeri toplumların yalın aklı oluşunda yatar. …Akıl sahibi insan, tahrik edici yetilerini idrak edici yetilerine, alt düzeydeki idrak edici yetilerini de üst düzeydeki yetilerine feda eder. Başka bir deyişle, eliyle gözünden, göz ve kulağı ile iç yetilerinden ve iç yetileri ile de en tepedeki Allah’ın vergisi olan aklından himaye eder. Dolayısıyla insan, yalın aklını-Resul-i Ekrem’i- yalın olmayan aklından daha çok sevmelidir. …O, beşeri toplumun aklıdır. Ve bütün insanlar O’na nispetle uzuvların ve organların konumundadır.”

 

     “Eğer bir kimse kendini peygamber için feda ederse, elbette kendini başkasına feda etmiş değildir aksine düşük olan benliğini kâmil olan benliğine feda etmiştir.”

 

     “Resul-i Ekrem’i tanımak da herkes için müyesser değildir şu farkla ki, imanları zayıf olanlar, nübüvvetin hakikatinden bir köşeyi idrak edip ona iman ederler ancak tabiatın kuyusuna düşenler, asla risaletin hakikatini görmezler dolayısıyla onu inkâr ederler.”

 

     “…Günah perdedir, hicaptır. Günahkâr kimse mahcuptur; günahı, hakkı görmesine engel olur ve gizli bir hicap olan günah perdesi insanla hakikati müşahede etmesi arasında engel oluşturur.”

 

Hz. Peygamberin Vasıfları hakkında:

 

     “…Elbette Peygamberin Allah ile eşitlenmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Çünkü biri zahirdir diğeri mazhardır. Peygamber güneşin güzelliğini yansıtan ayna misali gibidir; Cenab-ı Hakkın aynasıdır, yoksa bizatihi bu tür kemâl içerikli vasıflara müstahak değildir. İbadet ve itaat her ikisi de Allah’a mahsustur; ama Resul-i Ekrem’in hakkın kusursuz aynası olması nedeniyle O’na itaat etmek Allah’a itaat etmek olur. ”

 

Risaletin ecri hakkında:

 

     “ Peygamber (s.a.a.) sadece Ehl-i Beyt’i sevmenizi istemekteyim buyurmakla şunu ifade etmiştir: Ömür gösterdiğim çabanın amacı , sırtımdan bir yükü kaldırmak değil, belki bu yükü maksadına ulaştırmaktır. Zira eğer Ehl-i Beyt’in sevgisi olmazsa risalet tamamlanmış olmayacak, maksadına ulaşmayacak, insanlar ondan yarar sağlamayacaktır.”

 

Peygamberin miracı hakkında:

 

     “…Kendisine ayetlerimizden bir kısmını  gösterelim diye kulunu ( Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir.”[2]

 

     “… Nitekim Resul-i Ekrem’in göğe yükselişinin kabili nedeni , O’nun halis bir kul olmasıydı. Sözkonusu ayet-i kerimede “bi resulihi” veya “bi nebiyihi” yerine “ bi abdihi” ifadesi kullanılmıştır. Öyleyse burada söz konusu olan KULLUKTUR, risalet veya nübüvvet değildir.”Bi abdihi” kelimesi, salikin kulluğunun miracın kabili nedeni oluğunu ve elçi olmak gibi sair makamların kulluğun sayesinde elde edildiğini göstermektedir.”

 

Üçüncü Bölüm: PEYGAMBER’İN TEVHİDİ SİRETİ:

 

 “ Resul-i Ekrem tevhidi bakış sayesinde küfür, şirk ve nifaka karşı sarsılmaz bir kale gibiydi. Hz. Ali (as) bu konuda şöyle buyurur: Müslümanların ilk savaşı olan ve her açıdan yeni sayılan Bedir Savaşı’nda Resulullah (s.a.a.) sabaha kadar bir ağacın kenarında dua ve münacat etme halindeydi ve sanki savaş diye bir şey yoktu. Halbuki  O, ne savaş deneyimine ve ne de savaş araç ve gereçlerine sahipti. Herkes endişe ve korku içindeyken O’nda korkuya ilişkin en küçük bir belirti dahi gözükmüyordu. O, üzüntü ve dehşet verici olayların şiddetli fırtınası karşısında sarsılmaz bir kale gibi emniyet içindeydi. Bizler savaş kızıştığı anda O’na sığınırdık. Muharebe meydanında O yüce insana yaklaşırken sanki mevziye ulaşmış gibi kendimizi güvende hissederdik. Halbuki kendileri savaş meydanının ortasında idi.”

 

     “ Resul-i Ekrem hiçbir şeye gönül bağlamadı ve hiçbir düşmandan korkmadı. İnsanlar bölük bölük Müslüman olduklarında sevinmemişti, zira O’nun  bütün çabası ve sevinci vazifeyi yerine getirmekti ve Ahzab Savaşı’nda onun aleyhine saf tuttuklarında endişeye kapılmadı; çünkü hiçbir şeyin veya kimsenin Allah’tan bağımsız olduğunu kabul etmezdi. Ne Ahzab Savaşı’nda dünya ve dünya ehlinin idbârından ötürü endişeye kapıldı ne de Mekke fethi sırasında insanların ikbâlinden ve ilgisinden dolayı sevinmişti. Zira O’nun nazarında bütün  eşya, kendileriyle meşgul olan ilahi askerlerdi ve Allah’tan başka kimsenin elinden bir şey gelmezdi. Zafere ulaştığı vakit, ilahi emre uyarak ibadet ve istiğfar etmeye koyulurdu.”

 

Resul-i Ekrem’in tartışma tarzı hakkında:

 

     “ Peygamber, Allah’ın emrine uyarak akıl yürütme, öğütleme ve cidâl-i ahsen olmak üzere üç yolla ve yöntemle insanları hakka davet ederdi.”

 

     “…Akli tartışmalarda vehmi, hayali ve kurgusal öncüllerden asla faydalanmayan Allah Resulü (s.a.a.) , inançlar ve fırkalar ile ilgili kelamî tartışmalarda da önceki peygamberleri semâvî kitaplarındaki müteşabih ayetlerden yararlanmazdı. Zira mücessem aklın kendisi olan bir insan, aklî tartışmalarda aklın hudutlarını aşıp kurgu ve hayale tenezzül etmez ve naklî tartışmalarda da vahyin muhkem ayetlerini bırakıp müteşabih ayetleri ile ilgilenmez.”

 

ALLAHIM! bize bizden yakın olan Seni hakkıyla tanımamız ve her iki dünyamızda saadete ulaşmamız için ALEMLERE RAHMET olan Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.a) gönderme lütfunda bulundun. Onun yolunu devam ettirmesi ve öğretilerini tâ kıyamete kadar koruması için o tertemiz Ehl-i Beytinin (a.s.) görevlendirdin.

 

Bize Onların sözlerinin kalbimizin derinliklerine nüfuz etmesini, Onların amellerinin de hayatımızı süslemesini nasip et. Son nefesimizi verene kadar bizi bu kutlu yoldan ayrılmamız için yardımını bizden esirgeme. Ve bu yolun tamamlayıcısı ve Senin dinini, adını yeryüzüne hakim kılacak olan Hz. Mehdi’yi (a.s.) görmekle gözlerimizi, gönüllerimizi aydınlat, bizi O’nun yardımcılarından karar kıl inşallah.

 

AMİN

(ilim ve) Marifet Pınarı 

 

Diğer Kitapların Tanıtımları için…

İmam Mehdi (a.s) ve Zuhur

İmam Zeynu’l Abidin’in (a.s) Hukuk Risalesi

İbrahim Suresinin Tefsiri

Hüseyni Kıyam ve Akıl

 

————————————————————————————–

[1] İsra Suresi, 55. Ayet.

[2] İsra Suresi, 1. Ayet.

İletişim